ŞEB-İ ARÛS: Farsça-Arapça bir tamlama, düğün gecesi, gerdek gecesi. Mevlevî ıstılahıdır. Mevlânâ Celâleddin-i Rumi'nin ölüm gecesi (17 Aralık 1273 Pazar akşamı) hâtırası olarak yapılan merasime, şeb-i arûs töreni denir.
İkindi namazından sonra Kur'ân okumak, ve aynü'l-cem' yapılarak icra edilen bu merasimin gecesine Farsça Şeb-i Arûs dendiği gibi, Arapça olarak Leyletü'l-Arûs da denir.
Bu gecenin gülbanki şuydu:
"Pîş-i tura, pîş-i tura cân-ı men peyk der hazret-i sultan-ı men.
Vakt-i şerifler hayrola, hayırlar fethola, serler def'ola. Leyle-i arûs-i Rabbânî vuslat seray-ı Rabbanî vuslat seray-ı Sübhanî hakk-ı akdes-i Hüdâvendigârîde ân be ân vesile-i i'tilâ-yı makam ve füyûzât-ı rûhaniyyet-i aliyyeleri cümle peyrevanı hakkında şâmil ve âm ola. Dem-i Hazret-i Mevlânâ Hû diyelim Hû..."
Bu tören, Batı'da yankılar uyandırmış olup, her yıl çok sayıda turist dış ülkelerden izlemek üzere gelir. Benzeri törenler, Ahmed Bedevî ve İbrahim Desukî Hazretleri İçin de yapılmakta ve ölüm yıldönümlerinde, mevlud olunmaktadır. Bu münasebetle, ney, kudüm ve def çalınır, semâlar yapılır. Mısır'da buna iyd (bayram) de denir.
ŞEB-KÜLÂH: Farsça, iki kelimeden oluşmuş bir ifâde. Gece külahı, gece başlığı demektir. Dövme yünden yapılan, bir karış veya daha kısa olan bu başlık, gece yatarken giyilir. Bal renkli ve beyaz olur.
Her dürr-i sitâre tab'ı nazmın,
Pirâye-i şeb-külâh-ı ma'nî.
Nef'î
ŞECERE: Arapça, ağaç demektir. Bir kimsenin mensup olduğu aileyi, sülaleyi dip dedelerden başlayarak gösteren soy ağacı. Tasavvuf okullarının dayandığı kişileri, ayrıldığı kollan gösteren semâya da şecere adı verilir. Buna silsilename veya ensâb kütüğü de denir. Tasavvufta şecere deyiminin yüklendiği mânâlar şunlardır:
1.) İnsân-ı Kâmil ki bu, tümel madde kitlesinin yöneticisidir. Zira insan-ı kâmil, her şeye incelikler yayan hakikat toplayıcısı (camiu'l-hakika) dır. O, arada bulunan bir ağaçtır. Onun vücûbî doğu ve imkânı batısı yoktur. Durumu bu ikisi arasındadır. Kökü süflî toprakta sabit, dalları yüce göklerdedir. Ehadiyyetü'l-cem'e mahsus zatî tecellî bu ağacın hakikatidir. "Ben âlemlerin Rabbi'yim" sırrı (Kasas/30) bu ağacın meyvesidir. Ruhanî hakikatler bu ağacın dallarıdır.
2) Şecere-i Tuba: Tuba ağacı. Marifet ve güzel ahlâk esasları. 3) Şecere-i ma'rifet: Ma'rifet ağacı.
ŞED: Arapça, bağlama anl*****dır. Eskiden kuşak ve peştemal gibi giysilere şed denirdi. Kuşak karnın üstünde düğümlenip uçları sarkıtılırdı. Çalışırken ayağa dolanmaması için, bu uçlar yukarı kaldırılır, koyuna sokulurdu. Fütüvvet yoluna giren çırağın, mesleğinde ustalaştığında, özel bir törenle, patronu tarafından beline kuşanan kuşağa şed, bu törene de, şed kuşanma töreni, denirdi. Bunun manası, tutulan yolda sabit kadem olmak, şeyhe tam teslimiyet ve vefâlılık olarak değerlendirilir. Rifaî, Sa'dî ve Bedevî tasavvuf yollarında şed, büyük merasimlerle bağlanırdı.
ŞED BAĞLAMAK: Uğraştığı sanat dalında başarılı olan ve maharet kazanan çıraklara, fütüvvet geleneğince, ustaları tarafından bir törenle kuşak kuşandırılır. Usta çırağına kendisine ilk şed'in kim tarafından bağlandığını (kuşak kuşandığını) anlatırdı. Her sanatın ilk piri, Fütüvvetnâme adlı eserlerde verilmektedir. Her san'atın pîrini bu eserler şu şekilde verirler:
1. Tüccarların piri Hz. Muhammed (s)
2. Gezginlerin piri Hz. isa (a)
3. Çobanların piri Hz. Musa (s)
4. Börekçilerin piri Varaka
5. Hurdacıların piri Avn ibn İmkân
6. Dellâlların piri Tayfur-ı Mekkî
7. Dökmecilerin piri Ubeydullah el-Bahrî
8. Sabuncuların piri Ahmed İbn Abdullah
9. Şerbetçilerin piri Muhammed ibn Abdullah
10. Çiftçilerin piri Hz. Adem (a)
11. Hallaçların piri Hz. Şît (a)
12. Marangozların piri Hz. Nuh (a)
13. Devecilerin piri Hz. Salih (a)
14. Sütçü ve Dülgerlerin piri Hz. İbrahim (a)
15. Terzi ve yazıcıların piri Hz. İdris (a)
16. Saatçi ve ekmekçilerin piri Hz. Zülkifl (a)
17. Tarihçilerin piri Hz. Lût (a)
18. Bağcıların piri Hz. Üzeyr (a)
19. Çulhacıların piri Hz. İlyâs (a)
20. Zırhçıların piri Hz. Davud (a)
21. Balıkçıların piri Hz. Yunus (a)
22. Berberlerin piri Selman-ı Farisi (r)
23. Mimarların piri Muhammed İbn Ebû Bekir
24. Kasapların piri Ebû Mihcen.
25. Bakkalların piri Adiy b. Abdillah
26. Sakaların piri Selmân-ı Kûfî
27. Hamamcıların piri Mansur ibn Kâsım-ı Bağdadî
28. Debbâğların piri Ahî Evran
29. İğnecilerin piri Ebu'l-Kâsım Mübarek
30. Kuyumcuların piri Nasr İbn Abdullah
31. Parfümcülerin (Attâr) piri Hüsam ibn Abdullah-ı Kûfî
32. Saraçların piri Ebu'n-Nasr b. Haşimiyyi'l-Bağdadî
33. Çıkrıkçıların piri Abdullah Habib-i Neccâr
34. Taşçıların piri Kasım İbn Nasrullah
35. Okçuların piri Sa'd İbn Ebî Vakkâs
36. Boyacıların piri Ömer İbn Abdullah es-Sabbâğ
37. Bardakçıların piri Abdulkahhar Medenî
38. Bahçıvanların piri Ebu Zeyd Baba Beten-i Hindî
Esnafın çırak çıkarmaları (yetiştirmeleri) devam ettiği sürece, şed bağlamak usûlü de devam etmiş ve bu on dukuzuncu yüzyılın ortalarında sona ermiştir.
ŞEF': Arapça, çift demektir. Yaratma olarak deyimlenmiştir. Kaşânî'ye göre, vâhidiyyet hazreti, ehadiyyet hazretine eklenmedikçe İlâhî isimler ortaya çıkmaz. İlâhî isimler yaratma ile gerçeklik kazanır. Bu sebeple tek (vitr), çift (şef) ayırımı yapılmıştır.
ŞEFAAT: Arapça, şefaat, aracılık demektir. Bir kimsenin dileğinin kabulü veya bağışlanmasını sağlamak üzere, Allah'a yakın bir veliyi vasıta-vesile yapması. Mesalâ, ya Rabbi! Hacı Bayram Velî'nin yüzü suyu hürmetine işlediğim günahları bağışla, şeklinde ki dua bu kabîldendir. Peygamberimiz (s), hayatta iken inananlar için Allah katında şefaatçi olmuştur, kıyamet günü de olacaktır ki, buna büyük şefaat (şefaat-ı uzmâ) denir. Doğrudan ölüden şefaat istemek şirk olarak değerlendirilir. Veren Allah'tır, müslümana yakışan da O'ndan beklemek ve ummaktır. Peygamberinizin (s) şefaati bile Allah'ın izni ile (Bakara/255) olacaktır.
İkindi namazından sonra Kur'ân okumak, ve aynü'l-cem' yapılarak icra edilen bu merasimin gecesine Farsça Şeb-i Arûs dendiği gibi, Arapça olarak Leyletü'l-Arûs da denir.
Bu gecenin gülbanki şuydu:
"Pîş-i tura, pîş-i tura cân-ı men peyk der hazret-i sultan-ı men.
Vakt-i şerifler hayrola, hayırlar fethola, serler def'ola. Leyle-i arûs-i Rabbânî vuslat seray-ı Rabbanî vuslat seray-ı Sübhanî hakk-ı akdes-i Hüdâvendigârîde ân be ân vesile-i i'tilâ-yı makam ve füyûzât-ı rûhaniyyet-i aliyyeleri cümle peyrevanı hakkında şâmil ve âm ola. Dem-i Hazret-i Mevlânâ Hû diyelim Hû..."
Bu tören, Batı'da yankılar uyandırmış olup, her yıl çok sayıda turist dış ülkelerden izlemek üzere gelir. Benzeri törenler, Ahmed Bedevî ve İbrahim Desukî Hazretleri İçin de yapılmakta ve ölüm yıldönümlerinde, mevlud olunmaktadır. Bu münasebetle, ney, kudüm ve def çalınır, semâlar yapılır. Mısır'da buna iyd (bayram) de denir.
ŞEB-KÜLÂH: Farsça, iki kelimeden oluşmuş bir ifâde. Gece külahı, gece başlığı demektir. Dövme yünden yapılan, bir karış veya daha kısa olan bu başlık, gece yatarken giyilir. Bal renkli ve beyaz olur.
Her dürr-i sitâre tab'ı nazmın,
Pirâye-i şeb-külâh-ı ma'nî.
Nef'î
ŞECERE: Arapça, ağaç demektir. Bir kimsenin mensup olduğu aileyi, sülaleyi dip dedelerden başlayarak gösteren soy ağacı. Tasavvuf okullarının dayandığı kişileri, ayrıldığı kollan gösteren semâya da şecere adı verilir. Buna silsilename veya ensâb kütüğü de denir. Tasavvufta şecere deyiminin yüklendiği mânâlar şunlardır:
1.) İnsân-ı Kâmil ki bu, tümel madde kitlesinin yöneticisidir. Zira insan-ı kâmil, her şeye incelikler yayan hakikat toplayıcısı (camiu'l-hakika) dır. O, arada bulunan bir ağaçtır. Onun vücûbî doğu ve imkânı batısı yoktur. Durumu bu ikisi arasındadır. Kökü süflî toprakta sabit, dalları yüce göklerdedir. Ehadiyyetü'l-cem'e mahsus zatî tecellî bu ağacın hakikatidir. "Ben âlemlerin Rabbi'yim" sırrı (Kasas/30) bu ağacın meyvesidir. Ruhanî hakikatler bu ağacın dallarıdır.
2) Şecere-i Tuba: Tuba ağacı. Marifet ve güzel ahlâk esasları. 3) Şecere-i ma'rifet: Ma'rifet ağacı.
ŞED: Arapça, bağlama anl*****dır. Eskiden kuşak ve peştemal gibi giysilere şed denirdi. Kuşak karnın üstünde düğümlenip uçları sarkıtılırdı. Çalışırken ayağa dolanmaması için, bu uçlar yukarı kaldırılır, koyuna sokulurdu. Fütüvvet yoluna giren çırağın, mesleğinde ustalaştığında, özel bir törenle, patronu tarafından beline kuşanan kuşağa şed, bu törene de, şed kuşanma töreni, denirdi. Bunun manası, tutulan yolda sabit kadem olmak, şeyhe tam teslimiyet ve vefâlılık olarak değerlendirilir. Rifaî, Sa'dî ve Bedevî tasavvuf yollarında şed, büyük merasimlerle bağlanırdı.
ŞED BAĞLAMAK: Uğraştığı sanat dalında başarılı olan ve maharet kazanan çıraklara, fütüvvet geleneğince, ustaları tarafından bir törenle kuşak kuşandırılır. Usta çırağına kendisine ilk şed'in kim tarafından bağlandığını (kuşak kuşandığını) anlatırdı. Her sanatın ilk piri, Fütüvvetnâme adlı eserlerde verilmektedir. Her san'atın pîrini bu eserler şu şekilde verirler:
1. Tüccarların piri Hz. Muhammed (s)
2. Gezginlerin piri Hz. isa (a)
3. Çobanların piri Hz. Musa (s)
4. Börekçilerin piri Varaka
5. Hurdacıların piri Avn ibn İmkân
6. Dellâlların piri Tayfur-ı Mekkî
7. Dökmecilerin piri Ubeydullah el-Bahrî
8. Sabuncuların piri Ahmed İbn Abdullah
9. Şerbetçilerin piri Muhammed ibn Abdullah
10. Çiftçilerin piri Hz. Adem (a)
11. Hallaçların piri Hz. Şît (a)
12. Marangozların piri Hz. Nuh (a)
13. Devecilerin piri Hz. Salih (a)
14. Sütçü ve Dülgerlerin piri Hz. İbrahim (a)
15. Terzi ve yazıcıların piri Hz. İdris (a)
16. Saatçi ve ekmekçilerin piri Hz. Zülkifl (a)
17. Tarihçilerin piri Hz. Lût (a)
18. Bağcıların piri Hz. Üzeyr (a)
19. Çulhacıların piri Hz. İlyâs (a)
20. Zırhçıların piri Hz. Davud (a)
21. Balıkçıların piri Hz. Yunus (a)
22. Berberlerin piri Selman-ı Farisi (r)
23. Mimarların piri Muhammed İbn Ebû Bekir
24. Kasapların piri Ebû Mihcen.
25. Bakkalların piri Adiy b. Abdillah
26. Sakaların piri Selmân-ı Kûfî
27. Hamamcıların piri Mansur ibn Kâsım-ı Bağdadî
28. Debbâğların piri Ahî Evran
29. İğnecilerin piri Ebu'l-Kâsım Mübarek
30. Kuyumcuların piri Nasr İbn Abdullah
31. Parfümcülerin (Attâr) piri Hüsam ibn Abdullah-ı Kûfî
32. Saraçların piri Ebu'n-Nasr b. Haşimiyyi'l-Bağdadî
33. Çıkrıkçıların piri Abdullah Habib-i Neccâr
34. Taşçıların piri Kasım İbn Nasrullah
35. Okçuların piri Sa'd İbn Ebî Vakkâs
36. Boyacıların piri Ömer İbn Abdullah es-Sabbâğ
37. Bardakçıların piri Abdulkahhar Medenî
38. Bahçıvanların piri Ebu Zeyd Baba Beten-i Hindî
Esnafın çırak çıkarmaları (yetiştirmeleri) devam ettiği sürece, şed bağlamak usûlü de devam etmiş ve bu on dukuzuncu yüzyılın ortalarında sona ermiştir.
ŞEF': Arapça, çift demektir. Yaratma olarak deyimlenmiştir. Kaşânî'ye göre, vâhidiyyet hazreti, ehadiyyet hazretine eklenmedikçe İlâhî isimler ortaya çıkmaz. İlâhî isimler yaratma ile gerçeklik kazanır. Bu sebeple tek (vitr), çift (şef) ayırımı yapılmıştır.
ŞEFAAT: Arapça, şefaat, aracılık demektir. Bir kimsenin dileğinin kabulü veya bağışlanmasını sağlamak üzere, Allah'a yakın bir veliyi vasıta-vesile yapması. Mesalâ, ya Rabbi! Hacı Bayram Velî'nin yüzü suyu hürmetine işlediğim günahları bağışla, şeklinde ki dua bu kabîldendir. Peygamberimiz (s), hayatta iken inananlar için Allah katında şefaatçi olmuştur, kıyamet günü de olacaktır ki, buna büyük şefaat (şefaat-ı uzmâ) denir. Doğrudan ölüden şefaat istemek şirk olarak değerlendirilir. Veren Allah'tır, müslümana yakışan da O'ndan beklemek ve ummaktır. Peygamberinizin (s) şefaati bile Allah'ın izni ile (Bakara/255) olacaktır.