TASAVVUF
MÜRİT- Her şeyden önce şunu öğrenelim. Sen tasavvufu kabul ediyor musun, etmiyor musun?
CEVAP- Bu, tasavvuftan ne kastedildiğine bağlıdır. Tasavvuf Kuran ve Sünnete uygun olarak müslümanlığı yaşamak için bir hocanın etrafında bir araya gelmekse bunu güzel ve faydalı bulurum.Şeyh Efendi bir öğretmen bir yol gösterici, örnek bir insan olmaya çalışmalıdır. Ama tutar onu Allah ile kul arasında bir yere yerleştirmeye, onu bir vesile ve vasıtakılmaya, onun ruhaniyetinden yardım istemeye manevi himmetinden yararlanmaya kalkışırsanız aşırıya kaçmış olursunuz. Bizim karşı çıktığımız bu aşırılıklardır. Kuran ve sünnetin çizgisi dışına taşan aşırılıkları kim hangi ad altında yaparsa yapsın kabul etmemiz söz konusu olamaz.
MÜRİT- Bizim tasavvuf anlayışımızı sana okuyayım. İmam Rabbanî Hazretleri Mektûbâtında şöyle buyuruyor:
Şunu bil ki, şeriatın üç bölümü vardır ilim amel ve ihlas.Bu üç bölümün hepsi gerçekleşmedikçe şeriat gerçekleşmez. Şeriat gerçekleşti mi Hak Sübhanehû ve Teâlânın rızasının kazanılması da gerçekleşir. Bu rıza öyle bir şeydir ki, dünya ve ahiret mutluluklarının tamamından üstündür.Allahın bir rızası her şeyden büyüktür.(Tevbe 9/72) Şeriat, dünya ve ahiretin tüm mutluluklarını garantilemiş olmaktadır. Şeriatın ötesinde ihtiyaç karşılayacak bir istek kalmaz.Tarikat ve hakikat ki, sufiler bunlarla öne çıkmışlardır, üçüncü bölümü oluşturan ihlası olgunlaştırma hususunda şeriatın emrindedirler. Bu iki şeyden her birinin gayesi şeriatı mükemmelleştirmektir.Şeriatın ötesinde bir şey yoktur.(İmam Rabbânî, Mektûbât,36. mektup. Arapça nüsha, c. I, s.5)
CEVAP- Bu tasavvuf anlayışını kabul edebiliriz. Ama sizin ortaya koyduğunuz şeyler buna aykırıdır.
Bu kısımdaki görüşler Mahmut USTAOSMANOĞLU Mahmut Efendi ve ekibi ile yaptığımız görüşmede dile getirilmiştir..
MÜRİT- Bizim ona aykırı bir şeyimiz yoktur.
CEVAP- Bizim karşı çıktığımız, sadece Kurana açıkca aykırı olan şeylerdir. Eğer bunlar Hanefî, Şafiî, Mâlikî, Eşârî, Maturîdî gibi herhangi bir mezhebin görüşüne aykırı olsaydı bunu gözümüzde büyütüp sert tavır ortaya koymazdık. Mütevâtir olmayan hadisi şeriflereaykırı bulsaydık üzerinde bu kadar durmazdık. Siz Kuranı Kerimin çok açık ifadelerine aykırı şeyler söylüyorsunuz. Bunlar karşısında susarsak hesap gününün tek yetkilisi olan Allaha bunun hesabını veremeyiz.
KABİR EHLİNDEN YARDIM
MÜRİT- Şu hadisi kabul etmediğini söylemişsin:İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.( Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhul-Furkan Tefsiri İstanbul 1992 c. II, 82)
Bunun nesine karşı çıkıyorsun. Kabir ehlinden yardım istemek onlardan ibret almak demektir.
CEVAP- Öyleyse neden kabir ehlinden ibret alın denmiyor da onlardan yardım isteyin deniyor. Hadis diye uydurulmuş o sözün Arapçasında istiânede bulunun, yani yardım isteyin, ifadesi geçer. Halbuki Fatiha suresinde Yalnız senden istiânede bulunuruz anlamında iyyâke nestaînâyeti vardır. Bu âyet, yardımı tek bir yerden, yani yalnız Allahtan dilememiz gereğini ifade eder. O zaman yukarıdaki sözle bu âyet açıkca çatışmıyor mu?Fatihayı her namazda okuyup bu anlamı hep zihnimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mudur?Yukarıdaki sözü Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme mal edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kuranı anlatmak olan Hz. Muhammedin Kurana aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü Hz. Muhammedden duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey getiremediniz. Çünkü olmayan şey getirilemez.
MÜRİT-Aclûnînin Keşfül Hafâ adlı kitabında varya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis alimidir. O da İbni Kemâlin el Erbaîninden almış.
CEVAP- Aclûnî bu eserini, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ortaya koymak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız ibni Hacerin şu sözünü naklediyor: Aslı olmayan hadisi kim nakletmişse Buhârînin Sülasiyyatında rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kaps***** girer : Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse Cehennemde oturacağı yere hazırlansın.(İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşful-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8.)
Sonra alfabetik olarak hazırladığı kitabında hadislerin kaynaklarını veriyor. Ama bu sözle ilgili olarak sadece İbni Kemal Paşanın el Erbaîninde böyle geçmiştir ifadesini kullanıyor. İbni Kemal Paşanın bu eserine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görüyoruz. Bu sebeple aslı astarı olmayan bu sözü hadis diye nakledenlerin Cehennemde oturacakları yere hazırlanmaları gerekir.
MÜRİT - Yaşayan bir insandan yardım istemiyor muyuz? Bir veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur( Ruhul Furkan, c. II, s. 67)
ve daha çok yardım yapma imkanı elde eder. Bunlar bir çok tasarruflarda bulunurlar.
CEVAP- Yaşayan insandan yardım isteme konusuna biraz sonra geleceğiz. Ama veli ölünce ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olduğunun Kurandan ve Sünnetten bir dayanağı var mıdır? Hz. Muhammed de ölmüştür. Onu hatırladığımızda ve kabrini ziyaret ettiğimizde ona salat ve selam getiririz. Yani Allahın rahmeti ve ebedi mutluluk onun olsun deriz. Böylece Allahtan Peygamberimize olan ikramını daha da artırmasını isteriz. Ama hiç bir duamızda Hz. Muhammed den bir isteğimiz olmaz. Çünkü o zaman Hıristiyanların Hz. İsaya yaptığını biz Hz. Muhammede yapmış oluruz ki bu, yoldan çıkmaktan başka bir şey olmaz.Ölmüş bir velinin daha çok tasarrufta bulunduğunu, yani daha çok iş çevirebildiğini ifade ettiniz. Bu konuda dayanağınız nedir?
MÜRİT- Bir veli ölünce ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olduğunu söyleyen bazı büyük alimler var.
CEVAP- Ama her şeyi bilen Allahın kitabında bunun böyle olmadığına dair açık âyetler vardır.Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir.(Zümer 39/42)Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadır.Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor

irilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.(Fatır 35/22)
Hz. İsa aleyhisselamın ahirette yapacağı konuşmayı veren şu âyet üzerinde düşünmek gerekir.
İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.(Mâide 5/117)
Büyük Peygamber Hz. İsa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa ölen bir velinin ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olması nasıl kabul edilebilir?Herhalde şu âyet konuya nokta koyacaktır.Allahın berisindenKıyamete kadar kendisine cevap veremiyecek olana dua edenden daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların duasından habersizdirler. (Ahqâf 46/5) Bazı meâller, âyetlerde geçen dua kelimesini ibadet diye tercüme ederek garip bir tutum içine girmişlerdir. Mesela bu âyette dua manasına iki ifade vardır. Bunlar ve kelimeleridir. Bu kelimeleri yabudu ve ibadet diye tercüme etmek doğru olmaz. Çünkü Kuranı Kerimde o iki kelime de geçer. Her şeyi bilen ve yerli yerine koyan Allah dileseydi burada o kelimeleri kullanırdı. Örnek olarak Hasan Basri ÇANTAYın ayete nasıl meal verdiğine bakalım. Allahı bırakıp da kendisine kıyâmete kadar cevap veremeyecek kişiye nesneye tapmakta olan kimseden daha sapık kimdir? Halbuki bunlar onların tapmalarından da habersizdirler. Bu gibi mealleri okuyanlar, âyeti puta tapanlarla sınırlayacak ve yaşadığı hayatla ilgilendirmeyecektir. Arapça tefsirlerde duanın ibadet manasına olduğu ifade edilir. Bir Arap için böyle bir açıklamaya ihtiyaç vardır. Çünkü Hz. Muhammed sallalahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: Dua ibadetin kendisidir. (Tirmizî,Dua 1, 3371 nolu hadis.) Arap o açıklamayı okuyunca duanın ibadet demek olduğunu öğrenmiş olur. Ama yukarıdaki meali okuyan bir Türkün böyle bir şeyi öğrenmesi imkansızdır. Bu bakımından Türkçe meal yapanların bu gibi hususlara dikkat etmesi gerekir. Bu mealde, âyet metninde geçen Allahın dunundan ifadesi Allahı bırakıp da şeklinde tercüme edilmiştir. Bu tercüme de yanlış anlamalara yolaçar. Yani bu tercümeden Allahtan başkasına dua edenlerin Allahı büsbütün devre dışı bıraktıkları anlaşılabilir. Halbuki Allahtan başka velilere tutunanlar, onların hep Allaha çok yakın olduğuna inanmışlardır. Hiç bir kâfir veya müşrik, hiç bir gayrimüslim Allahın varlığını inkâr etmez. Ama Allah ile kendi arasında, yetkisi Allah tarafından verilmiş bir kısım aracıların olduğunu kabul ederek Allaha boyun eğer gibi onlara da boyun eğerler.Ateistler Allahı inkar ettiklerini söylerler ama başları daralınca Allaha sığınırlar. Bu onların inkarda samimi olmadıklarını gösterir.
MÜRİT- Kabirlere giderek hastalıklarına şifa bulanlar var. Bunlar en güvenilir zatların ağzından anlatılıyor, ona ne diyeceksin?
CEVAP- Benim bu gibi konularda bir şey söylememe gerek yok. Çünkü okuduğumuz ayetler bunun olamayacağını haykırıyor.
MÜRİT- Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle demiş:
Benim bir hemşirem kızkardeşim vardı, yürüyemezdi. Adanada o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışarıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler ki, Toroslarda bir zatın türbesi var, hastayı götürün orada bir gece durdurun. Allahın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryad etti. Annem, acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırladı. Hemşirem halâ bağırıyordu. İyi oldum, iyi oldum, yürüyorum, aman Allahım diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi.(Bir Bayram Sohbeti, Altınoluk Mecmuası, Şubat l997, s. 13.)Bu değerli zatın sözü ve tecrübesi bizim için önemlidir. Bu konuda sen ne diyeceksin?
CEVAP-Kabir ehlinden yardım istenebileceği kabul edildikten sonra arkasından ister istemez böyle şeyler gelecektir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuyor mu ki, İnsan ölünce ameli yani işi biter. Üç kişi bunun dışındadır.Sadakai câriyesi olan, yararlanılan bir ilim bırakan ve kendi için dua eden salih bir evladı olan.(Müslim, Vasiyyet 14 Ebû Davud Vesâyâ 14 Neseî, Vesâyâ 8)Sadakai câriye, cami, çeşme ve köprü gibi halkın yararlandığı şeylerdir. Bunlardan insanlar yararlandıkça bu şahsın işi devam etmiş olur ve onun sevabından alır.Yararlanılan ilim de sadakai câriye gibidir. Yaptığı bir ilmî çalışmadan insanlar yararlanıyorlarsa bu şahsın işi o konuda devam ediyor demektir ve bunun sevabından yararlanır. Hayırlı evlat da böyledir. Bunların hepsi hayatta iken yaptıkları işlerin birer devamıdır. Yoksa insan ölünce yapacağı bir işi kalmaz.Anlattığınız olayda Allahın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur diye bir söz geçti. Ölülerin diriler için duacı olmaları diye bir şey yoktur. Bu olabilseydi herkes hastasını Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin kabrine götürürdü. Her halde onun dua ve ruhaniyeti daha etkili olurdu.Her türlü tıbbî ümidin kesilmesinden sonra bir ölünün kabrine gidip ondan şifa beklemek akıl kârı mıdır? Hiç düşünmez misiniz, dirilerin yapamadığı şeyi ölüler nasıl yapar?Allah Teâlâ şöyle buyuruyor

irilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin. (Fatır 35/22)Aslı astarı olmayan işleri halkın değer verdiği kişilerin yapması, üstelik iyi bir şey yapmış gibi tutup onu insanlara anlatması ne kötü.
MÜRİT-Ben bu zatın doğru söylediğine bütün kalbimle inanıyorum. Sen şimdi bunun olmadığını mı iddia ediyorsun?
CEVAP-Benimkisi bir iddia değildir, ayet ve hadislerin hükmüdür.O hasta orada gerçekten şifa bulmuş olabilir. Ama bir ölünün şifaya vesile sayılması asla kabul edilemez. Dünyada sadece bu olay olmuyor ki, her türlü olaylar oluyor. Önemli olan bunların doğru yorumunu yapmaktır.Aslında biz sırat köprüsünü bu dünyada geçiyoruz. Yanlış bir yorum ayağımızı kaydırabilir. Mesela Kadirî tarikatına mensup kişiler vucutlarına şiş batırırlar. Bazıları bunu, o tarikata mahsus bir keramet sayar. Diğer taraftan Hintliler özel dini günlerinde vücutlarına kılıç saplarlar. Keser sapı kalınlığındaki kamışları bir yanaklarından sokup diğer yanaklarından çıkarırlar. Eğer Kadirilerinki kerâmet ise bunun mucize sayılması gerekir. Aslında her ikisinin de dinle bir ilgisi yoktur. Yanlış olan onu din ile ilgilendirmektir. Bu bir hipnoz olayıdır. Hipnoz sayesinde bazı ameliyatlar uyuşturulmadan yapılıyor da hasta bundan dolayı bir acı hissetmiyor. Ben televizyonda bu şekilde bir açık beyin ameliyatı gördüm. Doktor ameliyatla meşgul iken hastaya, bir acı duyup duymadığı soruluyor, o da gıdıklanma gibi bir şeyler hissettiğini ama acı duymadığnı söylüyordu.
MÜRİT- Öyleyse kabrin başında şifa bulma olayını da izah et.
CEVAP- Bakın Kuranı Kerimde şeytan çarpmasından bahsedilir. Şöyle buyurulur: Faiz yiyenler, sersemliklerinden dolayı başka değil, sadece şeytan çarpmış kimseler gibi doğrulurlar.(Bakara 2/275)Şeytan çarpmış kimselerin nasıl doğrulduğu bilindiği için ayette bunun izahı yapılmamıştır. Şeytan çarpması elektrik çarpması gibi bir şeydir. İnsanı felç edebilir. Bazı organlar çalışamaz hale gelebilir. Tam doğrulamaz, yürüyemez, sersem gibi olur. Tıp buna çare bulamaz.O hanımefendiyi de şeytan yani cin çarpmış olabilir. Çünkü şeytan cinlerin kâfir olanıdır.Şeytan onların, bir kabir başına gelip, ölüden medet umduklarını görünce hastayı bırakmış olabilir. Çünkü şeytan tecrübesiyle bilir ki kabir başları insanların duygu yüklü oldukları yerlerdir.Onlar burada kolayca saptırılabilirler.Şeytan insanı saptırmak için her yolu kullanır. Zira o, Allahtan yetki alınca şöyle demişti:İşte senin beni azgınlığa uğratmana karşılık andolsun ki, ben de senin doğru yolun üzerinde oturacağım.Sonra önlerinden arkalarından, sağlarından sollarındanlara sokulacağım. Sen de onların pek çoğunu artık sana şükreder bulamayacaksın. (Araf 7/16-17)Mutlaka böyle olmuştur demiyorum ama bu kuvvetli bir ihtimaldir. Fakat o ölünün dua ve ruhaniyeti ile şifa bulmanın ihtimali yoktur. İyi bilin ki Allahın velilerine korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir. Bunlar inanmış olan ve takva ehli bulunan kimselerdir.(Yunus 10/62-63)Demek ki, inanıp takva ehli olanlar Allahın velisidir.Takva ehli olanların kimler olduğu da Bakara suresinin baş tarafında bildirilmiştir. Bu âyetlere göre Onlar gayba inanan, namaz kılan, kendilerine verilen rızıktan yerli yerince harcayan, Hz. Muhammede ve ondan önceki elçilere indirilene inanan, ahireti kesinkes kabul eden kimselerdir.(Bakara 2/2-4)Kuranda veli tanımı bu iken siz niçin başka bir tanım yapıyorsunuz?Veli, dost demektir. Karşıtı düşmandır. Bütün müminler Allaha dost yani Allahın velisidir.Kimileri şeytanı da veli edinir. Kim Allahın berisinde şeytanı da veli edinirse doğrusu açık bir biçimde kaybetmiş olur.(Nisa 4/119)Dostluk karşılıklı olur. Müminler Allahın velisi olduğu gibi Allah da müminlerin velisidir. Şeytan da kendini veli bilenlerin velisidir.Allah müminlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Allahı tanımazlık edenlerin evliyası da zorbalardır. Bunlar onları aydınlıktan karanlıklara sokarlar. Onlar cehennemlik kimselerdir. Orada devamlı kalacaklardır.(Bakara 2/257)Allaha andolsun ki, biz senden önceki topluluklara da elçiler göndermiştik. Ama şeytan onların yaptıkları işleri kendilerine güzel göstermişti. O, bugün de onların velisidir. Onlar için acıklı bir azap vardır.(Nahl 16/63)Şeytanları inanmayanların evliyası kıldık.(Araf 7/27)Onlar Allahın berisinden şeytanları kendilerine evliya edindiler. Zannediyorlar ki, doğru yoldadırlar.(Araf 7/30)Müminler birbirlerinin velisidirler.Sakın ola müminler müminlerin berisinden kafirleri kendilerine veli edinmesinler. Her kim böyle yapacak olursa artık Allahtan hiç bir şey beklemesin. Ancak bunu onlardan korunmak için yapmışsa o başka.(Ali İmran 3/28)Bu konuda çok âyet vardır.Dostluğun dereceleri olur. Öyle insanlar vardır ki, Allaha iyi bir kul olmak için elinden geleni yapar malını, canını ve her şeyini onun yoluna koyar. Tabii ki Allahın böylelerine olan dostluğu fazla olur.Sana vahyettiğimiz Kitap gerçeğin ta kendisidir. Kendinden öncekileri de doğrulamaktadır. Allah kullarından, kesinkes haberdardır ve onları görmektedir.Sonra bu Kitabı kullarımız içinden seçtiklerimize bıraktık. Onlardan kimi kendini yanlışa sürükler, kimi orta yolu tutturur, kimi de Allahın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte faziletin büyüğü budur.(Fatır 35/31-32)Bu büyük fazileti elde edenler her zaman Allahı kendileriyle beraber hissetmenin huzurunu ve mutluluğunu yaşarlar. Karşılaştıkları güçlükleri gözlerinde büyütmez, Allahın izniyle üstesinden geleceklerini bilir, Allaha dayanarak yollarına devam ederler. Bunların sıkıntıları hep görünüştedir, içleri daralmaz.
EVLİYÂNIN YARDIMI
ŞEYH EFENDİ- Abdülkadir Geylânî hazretleri bir şiirlerinde buyururlar ki:
Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada
CEVAP- Bu Kuranı kerimin çok sayıda âyetine açıkca aykırıdır.Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.(Neml 27/62) Güç yetirilemeyen konularda Allahdan başkasından yardım istenir, o da yardıma koşarsa artık kim Allaha sığınma ihtiyacı duyar?
ŞEYH EFENDİ- Sen Abdülkadir Geylaniye inanmıyorsan seninle konuşacağımız bir şey yoktur.
CEVAP- Abdülkadir Geylaniye inanmak imanın şartlarından değildir ama Kuranı Kerime inanmak gerekir. Bana göre bu zatlarla ilgili bilgilerin çoğu uydurmadır. Yukarıdaki şiir o uydurmalardan biridir. Allahın Peygamberi için milyonlarca hadis uyduranlar Abdülkadir Geylani için, Mevlânâ için, İmam Rabbânî için niye bir şeyler uydurmasınlar ki? Ama Abdülkadir Geylaninin kendisi gelip bu sözü söylese, bir bildiği vardır, demez tereddütsüz reddederiz. Çünkü biz ahirette Abdülkâdir Geylaniden değil, Kurandan hesaba çekileceğiz.
ŞEYHİN HİMMETİ
Himmet Arapçada bir işi yapmaya azmetmek ve güçlü bir kararlılık içinde olmak anlamlarına gelir. Türkçede ruhânî ve manevi yardım, kayırma ve lutuf anlamlarında kullanılır.Tarikatlarda şeyhin müritlerine olağan dışı yollarla yardımda bulunduğuna ve onların bazı sıkıntılarını giderdiklerine inanılır.
MÜRİT-Sen şeyhin himmetini de mi kabul etmiyorsun. İster inan, ister inanma, şeyhimin himmeti sayesinde her yerde işlerim gayet iyi gidiyor. Ben bunu görüyor ve yaşıyorum.
CEVAP-Şeyhinizin himmeti derken onun size özel ilgi göstermesini kasdetmiyorsunuz her halde. Kasdınız onun size olan manevi yardımıdır, değil mi?
MÜRİT- Evet doğru. Mesela ben hacca gittiğimde Arafattan inerken şeyhimin himmetini gördüm. Halbu ki, o Türkiyedeydi. Arafattan o kadar kolay indim ki, Şeytanı da taşladıktan sonra sabahın sekizinde otelde idim.
CEVAP-Niye Allahın yardımı değil de Şeyhinizin himmeti?
MÜRİT- Şeyhimin Allah katındaki değerinden dolayı Allah onun müritlerine yardım ediyor.
CEVAP- Peki ya saat sekizden önce otele gelenlere kim himmet etti? Bu konuda çok âyet geçti ama biraz da şu âyetler üzerinde düşünelim: De ki, Allahın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablarına hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur. (İsrâ 17/56-57) Siz şeyhinizin ahirette size şefaat edeceğine de inanıyorsunuz. Eğer şeyhler müritlerini hem dünyada hem de ahirette kurtarabiliyorlarsa onlar için şeyhlerini memnun etmek her şeyden önemli olur. Artık Allaha yalvarma gereği ortadan kalkar. Bu batıl bir yoldur. Eğer hak yola gelmezseniz sonunuzun çok kötü olacağından endişe ederim.
YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE
MÜRİT- Bazı büyük zatların yüzü suyu hürmetine duamızı kabul etmesini Allahtan istemiyor muyuz? Yarabbi Hz. Muhammed hakkı için veya evliyai kiram, şehitler ve salihler hürmetine duamı kabul et diye dua etmiyor muyuz?
CEVAP- Evet böyle dua edenler vardır. Bunlar Süleyman Çelebinin mevlidi gibi kitaplarda da yer alır. Ama böyle dua olmaz. Bu konuda Hanefî alimlerden İbn Ebil İzz şöyle diyor: Kişinin, Allahtan başkasını duasının kabulüne sebep kılması ve onunla tevessülde bulunması caiz değildir. O şöyle demek ister, Falanca senin salih kullarından olduğu için duamı kabul eyle. Onun Allahın salih kulu olmasıyla berikinin duası arasında ne ilgi, ne bağlantı olabilir? Bu, duada taşkınlık yapmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Bu ve benzeri dualar, sonradan uydurulmuştur. Böyle bir dua ne Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden, ne sahabiden, ne tabiînden, ne de imamların birinden aktarılmıştır. Allah onların hepsinden razı olsun. Bu, ancak cahillerin ve bazı tarikatçıların yazdığı tılsımlarda bulunabilir.
OLAĞANDIŞI YOLLARLA YARDIM
MÜRİT- İnsanlar birbirinden yardım istemezler mi? Bu da Allahtan başkasından yardım istemek olmaz mı?
CEVAP- Yardımlaşmayı emreden çok sayıda âyet ve hadisi şerif vardır. Ama herkes bilir ki, ruhanîlerden beklenen yardım farklıdır. Onlardan insanların güç yetiremediği konularda ve olağandışı yollarla yardım istenir. Bu, ya bir korkudan kurtulmak veya bir isteğe kavuşmak için olur. Mesela İstanbulda Tuzlada bindikleri otomobille sele kapılıp sürüklenenlerden biri, Ya Seyyidenâ Hamza diye Hz. Hamzayı yardıma çağırıyor. Eğer bu zat orada bulunan kişileri yardıma çağırsaydı yadırganmazdı. Ya da her şeyi her an görüp gözeten Allah Teâlâdan yardım isteseydi güzel bir şey yapmış olurdu. Ama o, İstanbuldan binlerce kilometre uzaktaki kabrinde yatan Hz. Hamzayı yardıma çağırıyor. Demek ki Hz. Hamzanın çağrıyı işittiğine ve derhal oraya gelip kendisini kurtaracak güç ve kuvvete sahip olduğuna inanıyor. Yoksa dar zamanında Hz. Hamzayı hatırlar mıydı? Demek ki, bu zat, Hz. Hamzada bazı insan üstü sıfatların var olduğunu hayal ediyor. Bunlar hayat, ilim, semi, basar, irade ve kudret sıfatlarıdır.Hayat dirilik demektir. Bu zat Hz. Hamzayı diri saymasaydı yardıma çağırmazdı.
MÜRİT- Ama şehitler ölmez.
CEVAP- Doğru, şehitler ölmez. Ayette şöyle buyuruluyor:Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, zira onlar diridirler,ama siz bunu anlayamazsınız. (Bakara 154) Bu, bizim anlayabileceğimiz bir dirilik değildir. Eğer anlayabileceğimiz gibi olsaydı, Hz. Hamzanın şehit olmasına Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem o kadar üzülür müydü? Çağırınca geliyorsa, zaman zaman onu çağırır ve ondan bazı şeyler isterdi. Abdullah b. Mesud diyor ki Biz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Hz. Hamzaya ağladığı kadar bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cenazesinin başında durdu ve sesli olarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Hz. Hamzayı şehid eden Vahşî, yıllar sonra müslüman olunca Hz. Muhammed ondan kendisine görünmemesini istemişti. Şehitler konusuna tekrar değineceğiz. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ölünce, Allah ondan razı olsun Hz. Ebubekrin yaptığı önemli bir konuşma vardır. Abdullah b. Abbasın bildirdiğine göre Hz. Ebubekr bu konuşmasında şöyle dedi: Bakın, sizden kim Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme kulluk ediyorsa işte Muhammed ölmüştür. Kim de Allaha kulluk ediyorsa şüphesiz o diridir, ölmez. Allah Tealâ buyuruyor ki: Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. O ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, o Allaha hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlere mükafat verecektir. (Ali İmrân 3/144) Abdullah b. Abbas diyor ki Ebubekr okuyuncaya kadar Allah Teâlânın böyle bir âyet indirdiğini sanki hiç kimse bilmiyordu. Artık insanlardan kimi dinlesem bu âyeti okuyordu. Saîd b. el Müseyyeb de bana, Ömerin şöyle dediğini bildirdi: Vallahi Ebubekrin o âyeti okuduğunu işitince öyle oldum ki, kendimden geçtim. Ayaklarım beni taşıyamaz oldu. Ayeti okuduğunu duyunca yere yığıldım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten ölmüştü. Şu iki âyet de Hz. Muhammed ile ilgilidir: Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır? (Enbiya 21/34) Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir. (Zümer 39/30) Buna göre Hz. Hamzanın anlayabileceğimiz manada diri olduğunu kim söyleyebilir? Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.Allahın berisinden çağırdıkları ise bir şey yaratmazlar esasen kendileri yaratılmıştır.Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler. (Nahl 16/19-21)
Maalesef kendi kötü emellerine Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi alet edenler bile vardır. Bunlar, insanlar üzerinde kurdukları baskının devam etmesi için habire yalan ve iftira ile meşgul olurlar. Bunca âyete rağmen Hz Peygamberin sağ olduğunu ve onunla görüştüklerini ileri sürerek insanları saptırırlar. Hatta haşa onun, başmüfettiş gibi etrafındaki insanları teftiş ettiğini ve yaptığı hizmetleri denetlediğini iddia edenler dahi vardır. Evliya ölünce ruhu kınından çıkmış kılınç gibi olur, diyen veya bir kısım ruhanilerden yardım isteyen kişilerden başka ne beklenebilir? Gözlerini hırs bürümüş bu insanların uslanması zor ama birazcık aklını kullananlar için Hz. Ömerin şu sözünü nakletmek isterim: İsterdim ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaşasın da bizden sonra ölsün. Her ne kadar Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gerçekten ölmüş ise de Allah aranıza bir nur koymuştur, onunla hak yolu bulursunuz. Allah Muhammedi de onunla hak yola sokmuştur. O nur Kuranı Kerimdir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de veda hutbesinde konuya değinerek şöyle buyurmuştur: Aranızda, sıkı sarılırsanız artık sapıtmayacağınız bir şey bıraktım, Allahın kitabını. (Müslim, Hac, bab 19, Hadisi no 147-(1218) İşte hak budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? (Yunus 10/31-32) Sözügeçen şahsın Hz. Hamzada varsaydığı sıfatların ikincisi ilim sıfatıdır. İlim, bilmek ve kavramak demektir. İnsanda da ilim sıfatı vardır ama bu, onun öğrenebildiği ve kavrayabildiği şeylerle sınırlıdır. Onları da zamanla unutur. Allahın ilmi sınırsızdır. O, her şeyi en ince ayrıntısına kadar en doğru biçimde bilir ve asla unutmaz. Istanbula hiç gelmemiş olan Hz. Hamzanın çağrıldığı yere gelmesi için, olayın geçtiği İstanbul Ankara yolunun Tuzladaki bölümünü bilmesi gerekir. Bu şahıs Hz. Hamzanın bilgisinin, şüphesiz Allah Teâlânın bilgisi gibi sınırsız olduğunu kabul etmez. Ama onu böyle bir yere çağırdığına göre Hz. Hamzayı Allah Teâlâın sınırsız bilgisinin bir bölümüne ortak saymış olur. Üçüncü sıfat semidir. Semi, işitme gücüdür. Allah insana işitme gücü vermiştir, ama bu, belli mesafeden ve belli titreşimdeki seslerin işitilmesiyle sınırlıdır. Hele Hz. Hamza gibi kabirde bulunanlara bir şey işittirmeye bizim gücümüz yetmez. Her şeyi işiten Rabbimiz, elçisi Hz. Muhammede hitaben şöyle buyuruyor: Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin. (Fatır 35/22) Allah her şeyi işitir. En gizli sesler, hareketler, içten yakarışlar ve her şey onun tarafından işitilir. Şimdi bu zat, İstanbuldan, Ya Seyyidena Hamza dediği zaman Hz. Hamzanın bu sesi işittiğini hayal ettiğine göre onu Allahın işitme sıfatına ortak etmiş olmaz mı? Çünkü bu şekilde bir işitme, Allahtan başkası için sözkonusu değildir. Dördüncü sıfat basardır. Basar, görme gücü demektir. İnsanlarda da görme gücü vardır, ama bu çok sınırlıdır. Allah Teâlâ, en küçük şeyleri bile en ince ayrıntısına kadar görür. Kilometrelerce uzakta, kabirde yatan birini yardıma çağıran kişi, onun kendini gördüğünü kabul etmiş olur. Yoksa onun durumunu nasıl kavrayıp yardım edebilir? Bu şekilde bir görme, yanlız Allaha mahsus olduğundan bu şahıs Hz. Hamzayı Allahın görme sıfatına da ortak saymış olur. Beşincisi irade, altıncısı da kudret sıfatıdır. İrade, dilemek ve tercih etmektir. Kudret de bir şeye güç yetirme anl***** gelir. İnsanın iradesi de kudreti de sınırlıdır. Ölünce bu konuda hiç bir şeyi kalmaz. Bu şahıs Hz. Hamzanın, kendi çağrısını kabul ettiğini ve gerekli yardımı yapabildiğini hayal ettiğine göre Hz. Hamzaya bu iki sıfatı da vermektedir. Bu, olağan dışı bir irade ve kudret yakıştırmasıdır. Bu anlamda irade ve kudret sahibi tek varlık Allah Teâlâdır. Demek ki o şahıs Hz. Hamzayı Allahın bu iki sıfatına da ortak saymış olmaktadır. Hiç bir şey yaratamayan ama kendileri yaratılmış olanı ortak mı sayıyorlar? Oysa bunların onlara yardımda bulunmaya güçleri yetmez. Bunların kendilerine bile yardımı olmaz. Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar çağırmanız da, susmanız da sizin için birdir.Allahın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevap versinler bakalım.Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın.Çünkü benim velim Kitabı indiren Allahtır. O, iyilere velilik eder. Onun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.(Araf 7/191-197) Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allahın berisinden tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysaki kendileri onlar için hazır askerdirler. (Yasin 36/74-75) Kendilerine dayanak olsun diye, Allahın berisinden tanrılar edindiler.Tam tersi onlar bunların ibadetlerini tanımayacak ve bunlara düşman olacaklardır.(Meryem 19/81-82) İşte şirk budur. Yani Allahın vermediği yetkileri, bir kısım varlıklarda veya ruhanîlerde var sayıp onlardan yardım istemek şirktir. De ki Allahın berisinden çağırdıklarınıza bakın bakalım. Gösterin bana, yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı bulunuyor? Eğer doğru iseniz bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım.Allahın yakınından kendisine Kıyamete kadar cevap veremiyecek olanı yardıma çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler. (Ahqâf 46/4-5)
MÜRİT- Allah istese Hz. Hamzaya bu özellikleri veremez mi?
CEVAP- Allahın gücü her şeye yeter ama Allahın gücü ile delil getirilmez. Bunca âyet varken Hz. Hamzaya özel bir güç verildiğini kim iddia edebilir? Bakın, Allahın elçileri de dahil hepimiz Allahın kulu, yani kölesiyiz. Allah da bizim Rabbımız, yani Efendimizdir. Köle efendisi karşısında hiç bir yetkiye sahip değildir. Bu sebeple elçiler de dahil hiç bir insanın Allah karşısında bir yetkisi olmaz. Allahın verdiği
yetkiler olursa o başka. Hele yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi Allahın kimseye yetki vermediğini açıkça belirttiği bir konuda bazılarını yetkili saymak affedilemeyecek bir suç olur.
MÜRİT- Ama bu zat, bir başka yerde Hz. Hamzanın yardıma geldiğini bizzat görmüş. Diyor ki, Cin diyebileceğim bir yaratık beni elimden tuttu ve götürmeye çalıştı. Çok bunaldım. Birden istimdad ile Ya Hz. Hamza dedim. O şanlı sahabi benim davetime icabet etti ve adeta odanın içinde beliriverdi.. Cin onu görünce korkudan geri geri gitti ve duvardan süzülerek gözden kayboldu.
CEVAP- Her dara düşene yardım eden Allah Teâlâ, demek ki, onun da sıkıntısını giderince, Hazreti Hamzanın yardıma geldiğini sanıyor. Yaşayan ya da ölmüş bir kişinin ruhaniyetinden yardım istemek onlara, Allahın vermediği bir yetkiyi vermeye kalkışmak olmaz mı? Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allahındır. Allahın yakınındanbir takım ortaklar çağıranlar neyin peşindedirler? Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudan başka bir şey değildir. Onlarınkisi sadece saçmalamadır.(Yunus 10/66)
a- Gücün kaynağı
MÜRİT- Ya Seyyidenâ Hamza diyerek Hz. Hamzayı çağıran kişi onun kendinden kaynaklanan bir gücü olmadığını biliyor. Onun istediği Allah Teâlânın yardıma Hz. Hamzayı göndermesidir. Bunun Allahtan başkasını tanrı edinmekle ne ilgisi var?
CEVAP- O sözü inceleyelim:
1- O zat bir yerde diyor ki, Büyük ve mukaddes ruhlardan istimdâd yardım talebi olabilir.(Küçük Dünyam-2, Zaman Gazetesi 28 Kasım l996.) Fakat her dara düşene yardım eden Rabbimiz şöyle buyuruyor: De ki: Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.De ki: Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.(Enam 6/63-64)
2- Hz. Hamzanın bu gücü Allahtan aldığını hayal etmek neyi değiştirir? Çünkü Hz. Hamzanın elinde bir şey yoktur. Onun bu çağrıdan haberi bile olmaz. Ahqaf Suresinin yukarıda meali verilen 4 ve 5. âyetleri bunun delilidir. Müşrikler, tanrılarının gücünü Allahtan aldığını hayal ederlerdi. Ama bu, dayanaksız bir iddiaydı. Müşriklerle ilgili şu âyetleri biraz düşünmek gerekir.Desen ki: Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim? Onlar: Allahtır! diyeceklerdir. Deki O halde Ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?(Yunus 10/31-32) Müşrikler Kabeyi tavaf ederken şöyle derlerdi: Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek. Emret Allahım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin. Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki, onlar Lebbeyk lâ şerîke lek = Emret Allahım, Senin hiçbir ortağın yoktur dediklerinde Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, Yazıklar olsun size burada kesin, burada kesin derdi. Allahın vermediği bir yetkiyi putlarında var saymaları müşrik olmaları için yetiyordu. Puta bu yetkiyi verenin Allah olduğunu söylemeleri bir şeyi değiştirmiyordu. Ayette şöyle buyuruluyor:Allahtan önce öyle şeye tapıyorlar ki, Allah onun hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir. Onunla ilgili kendilerinin de bir bilgisi yoktur. Zalimlerin yardımcısı olmaz.(Hacc 22/71)
MÜRİT- Bu zat o çağrısından sonra Adeta Hz. Hamza odada beliriverdi diyor. Bir de şöyle bir hatırasını naklediyor: Eski bir dostumun hanımı rahatsızdı. Çare aramadıkları yer kalmamıştı. İçinde Bedir savaşına katılan sahabilerin isimleri de bulunan bir dua mecmuasını vereyim diye kendilerine gittim. Geleceğimden kimsenin haberi yoktu.
Ben merdivenlerden çıkarken bacımız trans halinde imiş. Cinler ona, Hoca geliyor fakat biz onun hakkından da geliriz diyorlarmış. Kapıyı çaldım. Arkadaşım beni karşısında görünce çok şaşırdı. Bu dua mecmuasını bacımız üzerinde taşısın, mutlaka faydası olur, cinler yanına sokulamazlar. dedim ve geçtim salona oturdum. Sonra arkadaşım, bu dua mecmuasını hanımının üzerine koymuş. Trans halindeki bacımız, Nasıl, Hz. Hamza geldi diye kaçıyorsunuz değilmi? diye bağırmaya başlamış.
Şimdi bütün bunlar yalan mı?
CEVAP- Bunlar yalan değil ama yanlış. Hem o zatın, hem de o hanımın gözüne böyle bir şey gözükmüş olabilir. Ama bu sadece şeytanın bir oyunudur.
b-Ruhânîlerin hayatı
MÜRİT- Ben hâlâ tatmin olmuş değilim. Bildiğim kadarıyla beş çeşit hayat vardır.
Birincisi bizim hayatımızdır.
İkincisi Hz. Hızır ve İlyas aleyhimesselamın hayatıdır. Bir vakitte pek çok yerde bulunabilirler. İsterlerse bizim gibi yerler, içerler.
Üçüncüsü Hz. İdris ve İsa aleyhimesselâmın hayatıdır. Bu, melek hayatı gibi nurani bir hayattır.
Dördüncüsü şehitlerin hayatıdır. Beşincisi kabirdekilerin hayatıdır. Şehitler hayatlarını Allah yolunda feda ettikleri için Allah da onlara berzah aleminde, dünya hayatına benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayat ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmez, daha iyi bir yere gitmiş bilirler. Çok mutlu olurlar. İşte şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza da böyle bir hayat yaşamaktadır. Kendine sığınan insanları koruması, dünya ile ilgili işlerini görmesi ve gördürmesi mümkün olabilir.
CEVAP- Şehitlerin bir hayatı olduğu doğru ama Allah Teâlâ, Siz onu anlayamazsınız dediği halde anladığımızı iddia etmemiz nasıl bağışlanabilir? Şehitlerle ilgili ayrı bir bölüm gelecektir. Hz. Hamzanın, kendine sığınanlara yardım edemeyeceği konusunda hala şüpheniz varsa lütfen yukarıdaki âyetleri bir daha, yavaş yavaş ve düşünerek okuyun. Eğer inanıyorsanız böyle bir şeyi aklınızın ucundan bile geçiremezsiniz.
MÜRİT- Bizim yaşadığımız hayat malum, onda bir ihtilaf yok. Şehitler konusu da anlaşıldı. Hayatın diğer üç çeşidi için ne diyeceksiniz?
CEVAP- Soruyu benim sormam gerekir. Siz, Hz. Hızır ve Hz. İlyas Hz. İdris ve Hz. İsa aleyhimüsselâmın hâlâ hayatta olduklarını söylerken neye dayanıyorsunuz?
MÜRİT- Bunları ben kendim uydurmuyorum. Bunları söyleyen zat, böyle bir hayatın varlığını keşif sahibi evliyanın tevatür derecesine varan gözlemine dayandırmaktadır.
CEVAP-Gayb ile ilgili bir konu, hiç bir ilmi değeri olmayan keşfe dayandırılamaz. Keşif konusu ayrıca gelecektir, ona girmiyorum. Adı geçen dört peygamberden yalnız Hz. İsa aleyhisselamın şimdiki durumunu biliyoruz. Onu da şu ayetten anlıyoruz.
İçlerinde bulunduğum sürece onları gözetiyordum. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin. (Mâide 5/117) Burada Hz. İsanın vefat ettiği ve ümmetinden habersiz olduğu bildiriliyor. Artık onun için de bir hayat çeşidi hayal etmenin gereği yoktur. Hz. İsa henüz hayatta iken Allah Teâlâ ona şöyle demişti:Ey İsâ, ben seni vefat tireceğim seni bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim..(Ali İmrân 3/55)
c- Ölüm bir uykudur
MÜRİT- Kabir hayatı konusunda ne diyeceksin?
CEVAP- Allah Teâlâ ölümü uykuya benzeterek şöyle buyuruyor: Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir. (Zümer 39/42) Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu belli bir yerde tutmaktadır.Geceleyin sizi öldüren ve gündüzün ne yaptığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır. (Enam 6/60) Kıyametin kelime anlamı kalkıştır. Öldükten sonraki dirilme yataktan kalkışa, Sura üflenmesi de kalk borusunun çalınmasına benzer. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Sura üflenmiştir. İşte o zaman kabirlerinden Rablerine doğru koşup giderler.Yazık oldu bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Diyeceklerdir. (Yasin 36/51-52) Kurana göre ölüm bir uyku, kabir bir uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan uyanmadan başka bir şey değildir. Hadis-i şeriflerde belirtilen kabir azabı da uykuda görülen kötü rüyalar gibi olmalıdır.Uyuyan kişi, aradan ne kadar zaman geçtiğini anlamaz. Ölenin durumu da aynıdır. Nitekim Kuranı Kerimde biri ölen, diğeri uyuyanla ilgili iki örnek vardır.Ashabı Kehf mağarada tam 309 yıl uyumuştu. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: Ne kadar kaldınız? diye sordu. Bir gün, belki de daha az kaldık dediler. (Kehf 18/19) Ölümle ilgili âyet de şudur:Şuna da bakmaz mısın? O, tavanları çökmüş, duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente uğradı da Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek? dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra kaldırdı ve Ne kadar kaldın? diye sordu, o da Bir gün, belki de bir günden az dedi. Allah buyurdu ki Yok, tam yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine baksana, bozulmamışlar bile. Bir de şu eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret yapalım diye bunu yaptık. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirecek, sonra onlara et giydireceğiz. Bunlar apaçık belli olunca şöyle dedi Ben artık anladım ki, Allahın gücü gerçekten her şeye yeter.(Bakara 2/259) Yüz sene ölü kalıp dirilen de 309 sene uykuda kalanlar da Bir gün veya bir günden az. kaldıklarını sanıyor. İşte kabir hayatını anlamak isteyenler bu âyetlerden ders alabilirler. Uyuyan kişi, vücudundan nasıl habersizse ölü de habersizdir. Uyuyan kişinin ruhu gelip tekrar aynı bedene gireceği için bedeni diri kalıyor. Ölenin ruhu geri dönmeyeceğinden bedeni ölüyor. Ahirette yeniden yaratılan bedene gelen ruh kendini uykudan uyanmış gibi hissediyor ve Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? (Yasin 36/51-52) diyor. Beden toprakta çürümüş, yeniden yaratılmış, ama o bunun farkında değil. O, uyuyup uyandığını zannediyor. Aradan geçen zamanın da farkında değil. İşte ölüm bize bir uyku kadar, kıyamet de uykudan uyanmak kadar yakındır. Uyku, hayatta bir kesinti değil, süreklilik için zorunlu bir dinlenmedir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem kıyametteki kalkışın da dünya hayatının devamı gibi olacağını bildirmektedir: Her kul, ne üzere öldüyse o şekilde diriltilir.Veda Haccında birisi bineğinden düşmüş boynu kırılmıştı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, onu su ve sidr ile yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin, koku sürmeyin ve başını örtmeyin. Çünkü Kıyamet günü telbiye getirir durumda kaldırılacaktır.Bu hadis gerçekten düşündürücüdür. Burada o şahsın ölümünü ihramlı bir hacının uyuması gibi saymıştır. İhramlı koku sürünmez, uyurken başını örtmez. Uykudan kalkınca telbiye getirir.
MÜRİT- O zaman kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olmasını nasıl izah edebiliriz?
CEVAP- Kabir hayatını rüyaya benzetebiliriz. Güzel rüya gören rüyanın hiç bitmemesini ister. Sıkıntılı rüya görenler de uyanınca iyi ki, rüyaymış diye şükrederler. Doğrusunu Allah bilir.