Merhaba!
Orhan Kemal İçin Notlar
Berfin Bahar / Sayı:88 - Haziran 2005
Orhan Kemal, kentleşen, kentleşmenin sancılarını çeken, kentleşmenin getirdiği sorunlarla boğuşan, kentin yükünü vücuduyla ve canıyla taşıyan küçük, sıradan insanları, aydınlık bir bilinçle, tadına doyulmaz bir insani sıcaklık ve duyarlıkla, insana olan güvenle, umutla anlatan; Çukurovanın ve İstanbulun yoksul ve yoksun insanlarını edebiyata taşırken edebiyatı kullanan, halkın yazarı olmayı seçen bir yazarımızdır. Sıradan yaşamların oluştuğu ve sürdüğü çevrelerin anlatımı vardır onun yazdıklarında. Kendisi de o çevrelerin insanıdır ve kendisi de etiyle, kemiğiyle, duygusuyla, düşüncesiyle, canıyla yapıtlarında karşımıza çıkıp gülümseyişiyle umut çoğaltma çabasındadır hep. Gerçek sevgilerin, yani çıkarsız, insanlık temelinde yükselen, özveriyle yüklü, yaşamın acımasız duvarlarına çarpıp tuzla buz olan sevgilerin yazarıdır o. Tüm yazdıklarının temelinde bu olağanüstü sıcak, insancıl bir sevgi vardır. Bu yaklaşımıyla ürettiği yapıtlardaki insan ve yaşam gerçekliği, anlatılan yılların toplumsal yapısına tutulan anlamlı bir ışıldaktır.
Orhan Kemalin yapıtlarında gördüğümüz yaşamın süzülmüş ve seçilmiş gerçeklikleri, kentleşme ve sanayileşme sancısının odağına çevirtir gözümüzü. Tarımın, makineleşmenin getirdiği değişimin, yaşamın dayattığı mevsimlik göç ve kondu oluşumunun, teknolojinin sunduğu yeni araç gereçlerin insanlardaki etkileri, insana nasıl yaklaşılması gerektiğini bilen bir yazarın kaleminden romanlaşarak, öyküleşerek gelir yazdıklarıyla.
Orhan Kemalin insan sevgisi temelinde yükselen ve son zamanlarda İnsani Gerçekçilik tanımlamasıyla anlatılan bir gerçekçiliğin örnek bir temsilcisi olduğu ve kendi tanımlamasıyla Aydınlık Gerçekçilik yöntemiyle yazdığı öyküler, romanlar, oyunlar bugünkü toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel tıkanıklığın aşılmasında önemli veriler sunar. Toplumumuzda nelerin, nereye doğru, nasıl değiştiği ve nelerin değişmeden kaldığı gibi soruların yanıtlarının araştırılmasında onun yapıtları önemli bir kaynak oluşturur. Kapitalistleşmenin Çukurovaya girişinden başlayarak İstanbulda oluşan gecekondulaşmanın temellerini gördüğümüz Orhan Kemalin yapıtları, aslında bugünümüzü de aydınlatan bir toplumsal panoramadır. Yaşama, yaşama biçimine, yaşamın getirdiklerine, insanlara sınıfsal yaklaşan, yaşamı kavradığı sosyalist ideolojinin yol göstericiliğiyle Orhan Kemal Gerçekliği, onun yalın, apaçık, gerçek dünyasını aktardığı bir gerçekliktir. Orhan Kemal Gerçekliği diye bir kavram yok aslında. Ama bence onu, onun kendine özgü biçeminin ve kavrayışının bir tanımlaması ve ona saygımızın gereği olarak böyle söylemenin de bir yanlış belirleme, bir kavram kargaşası yaratma olmayacaktır.
Sanatın amacını; İnsan soyunun, müspet bilimler doğrultusundaki, en bağımsız koşullar içinde, en mutlu olmasını isteme çabası... İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yöneltilme çabası adına sanat... Toplumcu bir yazar materyalist bir felsefeye sahiptir şüphesiz. Ama bu materyalizm, metafizikçi bir yönü de bulunan bir materyalizm olmayıp, Diyalektik Materyalizmdir... Sanatçı, güldürüp ağlatarak düşündürmelidir... Toplumcu bir yazarım. Bireyin gerçek mutsuzluk yada mutluluğunun, içinde yaşadığı toplum düzeninden geleceğine inanıyorum... Ben tanıdığım insanları yazdım... Hikayelerimde romanlarımda şunları belirttim: Halkım sömürülüyor, eziliyor. Bu koşulların ortadan kaldırılması gerekir... Gerçekçi bir yazar en iyi bildiği şeyi yazmalıdır... Yapıtlarımda sosyal sınıflar arasındaki zıtlığın ne olduğunu gösteriyorum... Ne dediğini bilen bir yazar için sınıflar dışında bir edebiyat yoktur zaten... Sosyal endişe sanatçının insan olması haysiyetiyle yurdu ve düşmanı hakkında vardığı kanaatların neticesidir. Her şeyden önce bir fikir adamı olması lâzım gelen bir sanatçı, sosyal endişelerini sanat yoluyla belirten insandır. .. (Kendi Ağzından Sanat Anlayışı, aktaran Asım Bezirci, Orhan Kemal, Evrensel Basım Yayım) düşünceleriyle belirten Orhan Kemal, bu düşünceleri ışığında yarattığı tüm yapıtlarında çizgisini hep korumuştur. İşçi, çöpçü, hamal, memur, işsiz, dilenci, orospu, hamal, şoför, bekçi, mahpus, odacı, köylü, yarıcı, işportacı insanların, yani yoksul ve ezilmiş insanların yaşamlarını büyük yoğunlukla Çukurova tarım ve sanayisiyle İstanbulun yoksul gecekondu semtlerinden kesitlerle sunan Orhan Kemal, yapıtlarında özellikle çocuk işçilerin sorunundan işçi kızların sorununa, sömürü ilişkilerinin insani duyguları köreltmesinden toplumsal düzenin yarattığı sorunlara büyük bir diyalog ustası olarak eğilmiş ve insanların duygularını, düşüncelerini, yaşamlarını kendi ağızlarından aktarma kaygısı taşımıştır. Bu kaygı yapıtlarındaki kişilerin birisi olarak kendisini anlatmasında da hep görülmektedir.
6 Kasım 1949da Nâzım Hikmetin Orhan Kemale yazdığı mektubun sonunda şu satırlar var: ... Realite, bizzat tarihi akışıyla realite, ümitsiz değildir, kederli, mahzun, acı, alacakaranlık, korkunç, iğrenç, rezil, kepaze, filan falan tarafları vardır, bu tarafları aksettirmemek en ufak bir ihmal insanlığı tek taraflı, toz pembe bir ışıklı vermek olur ve realiteden uzaklaşılır, fakat bütün bunlara rağmen bu realite yine insanların eliyle daha iyiye, daha güzele doğru gelişme yolundadır. Gelişen şey ise ümitsiz değildir, sevinçsiz değildir. Bu bahsin üzerinde bilhassa duruyorum, çünkü fert olarak bir insanın ümitsizliğe kapılıp kapılmaması yalnız kendini ilgilendirir, fakat mesela insanların hastalıklara karşı mücadelelerinin boş bir gayret olduğuna inanan doktorun doktor olmaya nasıl hakkı yoksa, bir muharririn de muharrirlik etmeğe hakkı yoktur. Kimse onlardan bu hakkı zorla alamaz, ama realite eninde sonunda onları yok eder... Kederli, mahzun, acı olmak için sebepler mevcuttur fakat ümitsiz olmak için tek bir sebep mevcut değildir. Aman evladım kendini bundan sakın, daha acı daha mahzun ol fakat sevincin ve ümidin pırıl pırıl parlasın. İşte bu kadar... Seni ve Türk edebiyatını tebrik ederim. (Bilinmeyen Mektuplarıyla Nâzım Hikme-Orhan Kemal Dostluğu, Kemal Sülker, Amaç Yayıncılık, 1988, s. 135-136.)
Hepimizin, Türkiyeli tüm sanatçıların soluğu olan Nâzım Hikmetten aldığı bu aydınlığı dünden bugüne taşımış olan, bugünden de yarına taşıyacak olan Orhan Kemal, edebiyatımızın ustası olarak hep önümüzde, hep aramızda duruyor. Pırıl pırıl parlayan sevinci ve umuduyla yüzyılımızın vahşi gerçekliğine karşı direnen, direncinin kaynağı olan insan sevgisini tükenmez kılan bilinciyle edebiyata taşıyan Orhan Kemalin aydınlığından güç alarak varız diyebiliyoruz. Umutsuzluğu yasaklayan bir yaşam anlayışının bizi çiçeklediği sevda, Orhan Kemalin yapıtlarıyla büyüdükçe büyüyor içimizde.
Orhan Kemal, insan sevgisinin sıcaklığıyla doludur, insan sevgisidir, insan gerçekliğidir, insandır. Onun insan gözleriyle gördüğü, insan yüreğiyle anladığı, insan eliyle yazdığı kitaplar, insanın baş edilmez gücünün simgesidir sanki. Aydınlık tohumları saçan, sevgi ve öfke rüzgârı estiren Orhan Kemalin umudu, iyimserliği, sevdası ile yarattığı yapıtlar, aydınlık geleceğimizin onur taşlarındandır.
Eşe dosta selam. İnandığım doğruların adamı olduğum, böyle yaşadığım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmağa çalıştım... Kursağıma hakkım olamayan bir tek kuruş dahi girmemiştir. Bu cümleler, 1 Haziran 1970 günü, Sofya Devlet Hastanesinde, ölümünden bir gün önce Orhan Kemalin, artık konuşamaz durumdayken doktordan istediği bir kâğıda mavi tükenmez kalemle yazdığı, yaşamının son cümleleridir. (Orhan Kemalin İkbal Kahvesi, Nurer Uğurlu, Cem Yayınevi, 1972, s. 471-472.) Birkaç gün sonra cenazesi ülkeye getirildiğinde Babaeskide emekçilerin onu sahiplenmeleri de, sanatın temeli olan gerçekçiliğin bir başka yansımasıdır: Biz işçiler senin hatıran önünde saygıyla eğiliriz. (Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları, Fikret Otyam, e Yayınları, 1975, s. 491-492).
Orhan Kemali, insanların maddi ve manevi yoksulluğunu, onları kötülemeden, küçük düşürmeden yansıttığı; çevresinde yaşayanlara duyduğu şefkat, sevgi ile dolu eseri, bizim de kişilerini aynı duygularla tanımamızı, hayatları üzerinde düşünmemizi sağladığı için seviyorum. diyor Necati Cumalı (Niçin Aşk, s. 146). Rauf Mutluay ise şöyle tanımlıyor Orhan Kemali: Orhan Kemali belki de seçtiği ve yeğlediği sözcüklerle anlatabiliriz en iyi; eserlerine koyduğu adların bilinciyle... Örneğin şöyle diyebiliriz; kimdi Orhan Kemal ne yaptı? diye soran olursa eğer, kitaplarının niteleme toplamıyla cevap verebiliriz: Baba Evindeki (1949) Avare Yıllarında (1950) bile Önce Ekmek (1968) gerçeğine inandığı için Bereketli Topraklar Üzerinde (1954) Ekmek Kavgasına (1949) girişen Gurbet Kuşlarının (1962) Kardeş Payını (1967) savunan; İşsizlerin (1966), Grevdekilerin (1954) Arka Sokak (1966) yaşamlarını dile getiren namuslu gerçekçi. Devlet Kuşuna (1958) önem vermeden onurlu sorumluluklarını sürdüren Murtazaları (1952), Dünya Evine (1960) kendi yiğit seçimleriyle giren Cemileleri (1952) değerlendiren dürüst yazar. Suçlu (1957) sayılan Küçücük (1960) Sokakların Çocuğunu (1963) hoşgörüyle seven, bağışlayıcı, insancı kalem. Eskici ve Oğullarının (1962) çilesini Kötü Yola (1969) düşmek zorunda bırakılan Sokaklardan Bir Kızı (1968), Kanlı Topraklar (1963) üzerindeki emek sömürüsüyle Üçkâğıtçıların (1969) oyunlarını açıklayan açık sözlü gözlemci... Adının onuru ve anısının değeriyle toplumuna bu kadar borç ödeyen bir yazar. (Armağanıyla Orhan Kemal, Cumhuriyet, 1 Haziran 1975.)
Tahir Alangunun deyişiyle, hem toplumun aşağı tabakalarındaki hayatı anlatmak, hem de bu yaşamlardaki acı ve sert gerçekleri yumuşatarak, kurtuluşu insanların cevherlerindeki kişisel direnme gücüne bağlayarak olumlu ve mutlu sonuçlar çıkarmak yolunu tutan, (Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, cilt 2, İstanbul Matbaası, 1965, s. 398) Orhan Kemal için, Fethi Nacinin değerlendirmesini de aktaralım (Türkiyede Roman ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yayınevi, 1981, s. 346): Orhan Kemal insanlara hep umutla, hep iyimserlikle bakar. Türk romanında bir Orhan Kemal bakışı vardır O, her insanda, her şeye rağmen aydınlık bir yan, temiz, insani bir yan bulunabileceğine inanır. Fethi Nacinin bu yalın saptaması, Orhan Kemal gerçekliğini tanımak isteyenler için kılavuz olacak nitelikte bir yaklaşımdır. Vedat Günyolun şu yaklaşımı da Orhan Kemal gerçekliğini tümüyle gözler önüne seren bir belirlemedir: Orhan Kemal bize üç şey getirdi: Kinsiz, herkese açık, cömert yüreğinden insan sıcaklığı; hayat serüveninden sonra da kafasının ışığından bilinç; insana olan sonsuz güveninin de umut. (Çalakalem, Çan Yayınları, 1977, s. 71.)
Öyküleri, romanları, İspinozlar ve 72. Koğuş adlı iki oyunu, Nâzım Hikmetle Üç Buçuk Yıl adlı anı kitabı, Senaryo Tekniği ve Senaryoculukla İlgili Notlar (1963) adlı incelemesi, İstanbuldan Çizgiler (Boyacı, 1971) adlı röportajı olmak üzere 50den fazla yapıtıyla yaşamımızı aydınlatan Orhan Kemalle ilgili yukarda andıklarımızdan başka birçok kitap var: Hikâye Yazarı Orhan Kemal (Hikmet Altınkaynak, 1983), Orhan Kemal (2. Basım Orhan Kemalden Anılar adıyla, Yusuf Kenan Karacanlar, 1974 ve 1977), Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (Muzaffer Buyrukçu, çizen Semih Poroy, 1984) ve Orhan Kemal (Asım Bezirci, 3. basım 1994), Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları (Fikret Otyam, 1975), Bilinmeyen Mektuplarıyla Nâzım Hikmet-Orhan Kemal Dostluğu (Kemal Sülker (1988), Orhan Kemalin İkbal Kahvesi (Nurer Uğurlu, 1973). Ayrıca birçok kitapta, birçok dergi ve gazete yazısında, şiirde Orhan Kemalle söyleşme, onu tanıma, anlama, onun sevgisinde ısınma sansımız var.
Talip Apaydının Orhan Kemal adlı şiirini anımsatıyorum. Bu şiir, Orhan Kemal aydınlığının kuşaktan kuşağa geçtiğinin de kanıtıdır bence: Çağdaş Ferhattı Orhan Kemal/ Bilirdi kayalar nice sert / Yara yara geldi dişiyle tırnağıyla/ Nereden Nereye/ En dipten en tepeye/ Yiğit insan, yalın kuvvet./ Ünü büyüyecek/ dilden dile/ Kimse önleyemeyecek/ Bin yıl sonra bakacaksınız/ O var köylerde, kentlerde/ Okullarda çocukların ezberinde/ Derin vurdu kazmayı/ Orhan Kemal ölmeyecek.
Şükran Kurdakulun, Orhan Kemal adı, yaşamını sürdürebilmek için dayanılmaz koşullarda ekmek kavgası veren edebiyat adamlarının başında gelmektedir, (Cumhuriyet, 29 Mayıs 1995) tanımlaması, ilk yapıtının adıyla uygun bir yaşam geçiren Orhan Kemali anlamanın ilk adımıdır belki. Bir halk yazarıdır o, aydınlık bir gerçekçi, insan sevgisiyle dolu yüreğinin damıttıklarını öyküleştirerek, romanlaştırarak dünyaya sunan bir güzellik ustası; yaşamı sanatla aydınlatmayı ilke edinen bir yazı ustası. Yaşar Kemale göre, Büyük geleneksel Anadolu edebiyatının... Nâzım Hikmetten sonraki halkası... ve Türk edebiyatının büyük romancısı olan Orhan Kemal, sonsuz bir yurt ve insan sevgisiyle yaklaşarak Nâzım Hikmetten aldığı aydınlık eli insanlığa ulaştırma işini, yani sanatını halkının hizmetine sunan bir yazarımızdır.
ÖYKÜCÜLÜĞÜ
Orhan Kemalin öykücülüğünü kavramak için iki yoldan yürümek gerekir. Tarihselliği içinde izlenmesi gereken bu yolların birincisi, kendisinin öykücülüğü ve sanatı hakkındaki düşünceleri, öykülerinde ne yapmak istediği; ikincisi de bu amacını gerçekleştirmek üzere yazdığı öykülerdir. Onun yazar olarak ortaya çıktığı ve yazarlığının denk düştüğü döneme baktıktan sonra bu iki yoldan ayrı ayrı yürüyerek öykücülüğünün temel özelliklerine ulaşabiliriz; ki bu onun yazarlık anlayışının da gereğidir.
Orhan Kemalin yazarlığının biçimlendiği yıllar, Cumhuriyetin önemli dönüm noktalarından olan 1940lı yıllardır. İkinci Dünya Savaşının tam ortalarında askerdir Orhan Kemal. Askerliğinin bitimine kırk gün kala bir ihbar üzerine, Komünizmin ne olduğunu bilmediği bir sırada, sırf Nâzım Hikmet ile Gorkinin kitaplarını okuduğu öne sürülerek mahkemeye verilir ve beş yıl hapis cezasına çarptırılır. Kayseri hapishanesinde yazdığı hece ölçülü romantik ve hüzünlü şiirleri Yedigün ve Yeni Mecmua dergilerinde Raşit Kemali ve Reşat Kemal imzasıyla yayımlanır (1938), Adana ve Bursa cezaevlerinde süren hapisliği sırasında da şiirleri çıkar. 1940ın son ayında Nâzım Hikmet Bursa cezaevine gelir ve orada Orhan Kemalle buluşur. Nâzım Hikmetle birlikte geçen bu cezaevi günlerini anlattığı Nâzım Hikmetle Üç Buçuk Yıl adlı anılarında ona şiirlerini okumasını şöyle anlatır: Okumaya başladım... Heceyle yazılmış şiirlerdi bunlar; taşkın hislerimi samimiyetle, insan gibi değil de, ilahileştiğini iddia edenlerinkine benzetip onlar gibi komikleştirerek içinde dile getirdiğim şiirler... Nâzım Hikmet, kâfi, der, berbat, der, rezalet der Orhan Kemalin şiirlerine ve kestirip konuşur: Peki kardeşim, bütün bu lafebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin tabirimi, ne lüzum var? Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? Bakın, aklı başında bir insansınız. Duyduklarınızı, hiçbir zaman duymayacağınız bir tarzda yazıp komikleşmekle kendi kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?
Nâzım Hikmetin öğretmenliğinde şiir yazmayı ve Yedigün, Ses, Yürüyüş gibi dergilerde yayımlamayı sürdürürken Nâzım Hikmetin aydınlığıyla, bir edebiyat okyanusu ve bir büyük insanlık sevgisiyle buluşmanın coşkusunun katıldığı bir öykü serüveni başlar. Yayımlanan ilk öyküsü (Orhan Raşit imzasıyla Yeni Edebiyat, 1940) Baba Evi romanının bir parçası olan Balıktır. 1941le birlikte Raşit Kemal ve Orhan Raşit imzasıyla Yeni Edebiyat, Yürüyüş, İkdam, Yurt ve Dünya dergilerinde çeşitli öyküleri çıkar. Ustası ve öğretmeni Nâzım Hikmetin gözlerini dolduran Sen adlı şu şiiri yazar ve tahliye olur: Prometenin çığlıklarını/ kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam,/ sen benim mavi gözlü arkadaşım,/ kabil değil unutmam seni./ 26 Eylül 1943/ seni yapayalnız bırakıp hapishanede/ bir üçüncü mevki kompartımanında pupa yelken/ koşacağım memlekete...
İçerden çıktıktan sonra doğan oğlunun adını Nâzım koyar (ikinci oğlunun adı Kemalidir; ustasının ve babasının adları). Orhan Kemal, Şiirleri hakkında Nâzımın en kıymet verdiği ölçü halktı. O bir halk sanatkârı, her şeyden önce halk tarafından anlaşılmalı ve halkın sanatkârı olmalıdır derdi. diye aktarır ve Nâzım Hikmetin bu düşüncesini kendi sanatında da ölçü olarak benimser. Varlıkta Revir Meydancısı Yusuf adlı öyküsü (Kasım 1944) çıkar ve bunu başka öyküleri izlerken 1945te Varlık okuyucularının en beğendiği öykücü seçilir. 1946dan sonra Gün dergisinde bırakmadığı şiirleri ve Gün, Seçilmiş Hikâyeler, Yaprak dergilerinde öyküleri çıkar, Seçilmiş Hikâyeler Dergisinin Nisan-Mayıs 1948 sayısında yaşamöyküsü yayımlanır. 1949 Orhan Kemalin ilk yapıtlarıyla buluştuğumuz yıldır: Baba Evi romanı ve Ekmek Kavgası adlı öykü kitabı. Ustası Nâzım Hikmet, Baba Evi yayımlandığında şunları yazar: Senin sanat sahasındaki her başarın benim bir zaferim gibi oluyor... Sen artık Türkçemizi en güzel yazan muharrirlerimizden birisin. (15 Şubat 1949). Nâzım Hikmetin Ekmek Kavgası için söyledikleri de şunlardır: Bir kelimeyle sana ve Türk halkına layık bir eser ve bazı hikâyeleri Dünya küçük hikâye edebiyatında yer tutacak kadar usta, doğru, iyi ve kusursuz. Yüreğim sevinçle kabardı. (6 Kasım 1949).
Orhan Kemali var eden 1940lı yıllar Türkiyesinin koşullarını iyi bilmek gerekir. Bu yıllar, Tek Parti, baskılar, yokluklar, vesika ve İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır; Cumhuriyetin değerlerine karşı direnişin, ırkçı-Turancı akımların başkaldırmasının, sosyalist düşünceler ve örgütlenmeler üzerindeki amansız baskıların sürdüğü yıllardır. Truman Doktrini, Marshall Yardımı, Demokrat Partinin kuruluşu, Toprak Kanunu ve muhalefeti bu yıllara denk düşmektedir. Sabahattin Ali-Nihal Atsız Davası, Hasan-Âli Yücel-Kenan Öner Davası, ırkçılık-Turancılık davası gibi önemli davalar bu yıllarda açılmıştır. Dil Tarih olayları, Tan matbaasına saldırı, Sütlüce Patlaması gibi ilk faşist saldırganlıkların başlangıcı bu yıllardır. Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisinin ve Türkiye Sosyalist Partisinin kapatılması ve Ses, Nor Lor, Yığın, Dost, Gün gibi sosyalist dergilerin kapatılması gibi sosyalist muhalefetin susturulması eylemleri bu yıllarda yoğunlaşmıştır. Nâzım Hikmet hapsedilerek susturulmak istenmiş ve Sabahattin Ali öldürülmüştür bu yıllarda. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mim Uykusuzun Marko Paşa serüveninin ve Mehmet Ali Aybarın Zincirli Hürriyetinin yaşandığı yıllardır bu yıllar. İşte böylesi toplumsal ve siyasal olayların çalkantılarının yaşandığı yıllar Türkiyesinde doğmuştur Orhan Kemal öyküsü.
Orhan Kemal öykücülüğü, doğduğu koşulların ürünü olarak da dönemin Abidin Dino, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Adnan Cemgil, Suat Derviş, Yusuf Ahıska, Reşat Fuat, Hasan İzzettin Dinamo, Cami Başkurt, Esat Adil Müstecabi, Zekeriya Sertel, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Halikarnas Balıkçısı, Cahit Irgat, Mihri Belli gibi aydın ve yazarlarının yazdığı dergiler olan Adımlar, Ses, Yeni Ses, Yurt ve Dünya, Yeni Edebiyat, Görüşler, Yürüyüş, Zincirli Hürriyet, Marko Paşa ve süreklerinde yer alan kuşağın edebiyatımıza armağan ettiği zenginliklerden biridir. Bu koşullarda edebiyatımız toplumcu, gerçekçi, devrimci bir çizgiye güçlü adımlarla gelmekte ve bu adımların biri de yeni, özgün, canlı öyküleriyle Orhan Kemal tarafından atılmaktadır. O, insanı toplumsal ilişkiler bütünü içinde ele alıp duygularıyla ve çelişkileriyle birlikte anlatma kaygısıyla atmaktadır bu adımları.
1950de Baştan, Yeditepe, Varlık, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi (Orhan Kemal Sayısında on öyküsü birden) dergilerinde sıklıkla Orhan Kemal adına rastlanır. 1951den sonra Beraber, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, Yeditepe dergilerinde öyküleri yayımlanırken romanları Vatan, Dünya, Son Havadis gibi gazetelerde tefrika edilmeye başlanır. Bu arada kitapları da ardı ardına yayımlanmaktadır: Sarhoşlar, Çamaşırcının Kızı, Avare Yıllar, Murtaza, Cemile, Bereketli Topraklar Üzerinde, Grev, 72. Koğuş (Yılın En Başarılı Oyun Yazarı, 1968), Dünya Evi, Arka Sokak, Babil Kulesi, Suçlu, Serseri Milyoner, Kardeş Payı (Sait Faik Armağanı), Babil Kulesi, Dünya Evi, Vukuat Var, Devlet Kuşu, Gâvurun Kızı...
Orhan Kemalin romanları ve öyküleri 60lı yıllarda da hızını kesmeden yayımlanır: Küçücük, El Kızı, Dünyada Harp Vardı, Mahalle Kahvesi, İşsiz, Hanımın Çiftliği, Eskici ve Oğulları, Gurbet Kuşları, Sokakların Çocuğu, Kanlı Topraklar, Bir Filiz Vardı, Müfettişler Müfettişi, Yalancı Dünya, Evlerden Biri, İşsiz, Önce Ekmek (Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü), Arkadaş Islıkları, Sokaklardan Bir Kız, Üç Kâğıtçı, Kötü Yol, Kaçak... Yapıtlarının birçoğu oyunlaştırılır, filme alınır: Devlet Kuşu, Hanımın Çiftliği, Tersine Dünya, Serseri Milyoner, Kardeş Payı, Gurbet Kuşları, Bereketli Topraklar Üzerinde, 72. Koğuş, Murtaza, Eskici Dükkânı...
Toplumsal gerçekçi öykümüzün gelişmesine katkıları olan bir öykücü olarak, küçük insanı, insani özüne uygun olarak aktaran Orhan Kemal, aynı zamanda 1950 sonrasında bunaltı edebiyatına yönelip toplumumuzdan kopan ve öykü dünyamıza egemen olmaya çalışan Varoluşçu eğilimlerin karşısında yaşamın toplumsal boyutlarıyla aktarılması savaşımını sürdürmesiyle de öykücülüğümüzün kıvanç veren ustalarından biri durumundadır. Orhan Kemalin öykücülüğünü, ilk yolu izleyerek ve düşüncelerinden şu aktarmaları yaparak anlamaya çalışalım şimdi: Ben köydeki köylüyü yazmadım. Çok iyi bildiğim köylüyü yazdım... Ben çok iyi bildiğimi yazmak isterim. Yazmak için görmeliyim, yaşamalıyım... Ben tanıdığım insanları yazdım. Tanıdığım, konuştuğum, birlikte sigara içtiğim, sırtımı sıvazlayan insanları yazdım. Ben bu insanları inceledim, araştırdım... Gerçekçi bir yazar en iyi bildiği şeyi yazmalıdır. Ne dediğini bilen bir yazar için sınıflar dışı bir edebiyat yoktur. Bir toplumda yaşıyorsak, bu topluma bağlı olmamak olanaksızdır... Her şeyden önce bir fikir adamı olması lazım gelen sanatçı, sosyal endişelerini sanat yoluyla belirten insandır... İnsanoğlu doğal olarak fena değil, kötü değil. Onu toplumun sosyal şartları kötü yapıyor... Konularımın genel kaynağı insandır... Biçimin önemsiz olduğunu hangi gerçekçi yazar söylemiş? Öz nasıl matematik bir incelikte kuruluyorsa, biçim de kuruluş gibisine estetik incelikle ele alınmalıdır. Yazarın kişiliğini çoğunlukla biçim verir. İster üslup deyin adına, ister biçim, yazar kendine özgü bir deyişe sahip olmalıdır... Gençler, özden biçime yapmaları gereken yerine, biçimden öze bir çalışma sürdürüyorlar... Hikâyelerim için bazen şöyle sorarlar, Bu anlattıklarınız gerçekten oldu mu? Cevap veririm: Okuduğunuz şeyler gerçekten olabilir mi olamaz mı?... Aydınlık gerçekçilik deyimiyle yeni bir kavram getirmiyorum. Bu, ünlü Actif Realismein Türkçeleştirilmiş deyimidir...
Yoruma gerek göstermeyecek kadar açık olan bu düşüncelerden anlıyoruz ki onun öykücülüğünde asıl unsur insandır. İnsani gerçekçilik denilebilecek bir sanatsal yaklaşımla, insanın içinde bulunduğu koşulları ve durumları değerlendirerek insanla ilgili sorunların çözümüne hizmet eden, işlevsel bir sanat anlayışı vardır. Bildiği, gördüğü, tanıdığı insanları ve yaşam kesitlerini yazan Orhan Kemal, yazdıklarında toplumsal kaygıyı asıl alan bir yazar olarak ele aldığı insanları toplumsal konumları içinde, başkalarıyla ilişkileriyle birlikte anlatmaktadır. Özden biçime yönelen bir anlayışla yazan Orhan Kemalin, yaşamda olabilecek şeyleri yazdığını söylemesi ve sanat görüşüne aydınlık gerçekçilik adını vermesi de onun öykücülüğünün anlaşılması için mutlaka belirlenmesi gereken özelliğidir.
İkinci yolu izleyerek irdeleyeceğimiz Orhan Kemal öyküleri, karşımıza bu düşüncelerin gerçekleştiği öyküler olarak çıkmaktadır. İçinde yaşadığı gerçeği, insan yaşamının gerçeğini arayan ve anlatan bir öykücüdür Orhan Kemal. Evler, sokaklar, işyerleri, hapishanelerdir onun öykülerinin geçtiği mekânlar. Buralarda yaşayan insanlar, erkekler, kadınlar, çocuklar, işçiler, işsizler, patronlar, köylüler, hapistekilerdir kahramanları. Öykülerde yer alan ve genellikle ekonomik sıkıntılar içinde, toplumsal baskılar altında bunalan insanlar sürekli olarak sorunlarına çözüm arayışıyla ve umuduyla doludurlar. Yaşadığını, çocuk dünyasını, hapishane gerçeklerini, fabrikaları, işyerlerini anlatır. Ben ki, daha çok işçi ve köylüler Türkiyesini kendime konu olarak almış bir yazarım. Romanlarımda şimdiye kadar birçok işçi, köylü tipleri çizdim. Bu tipler, düzensiz bir toplumun, Türkiyemizde yarattığı kaçınılmaz sonuçlardı. der kendisi.
Gözlem ustası Orhan Kemal, yaşama ve insanlara bakmasını ve onları görmesini bilen bir yazardır. Nereye bakacağını da bilir elbette. Onun öykü kitaplarının adları bile nereye nasıl baktığını açıkça gösterir. Yazdıkları onun baktığı ve gördüğü, yaşanılan gerçeğin aktarılmasından başka bir şey değildir. Yaşamı ve Nâzım Hikmetle dostluğunu da içeren Bursa Cezaevi yıllarında öykücülüğünün temellerini atan Orhan Kemal kullandığı günlük konuşma diliyle kolay okunur ve anlaşılır bir yazardır ve bu da onun öykü anlayışının bir sonucudur. Konu zenginliği Orhan Kemal öykücülüğünün belirgin özelliklerindendir. Sıradan bir insanın yaşadıkları, sıkıntıları, umutları, özlemleri ekseninde gelişen öykülerinde genel olarak işlenen konular çocukların, hapishanelerin, işçilerin, küçük insanların, aşkların çevresinde gelişir. Öykülerini konularına göre sınıflandırdığımızda şunlar söylenebilir:
Hapishane öyküleri olarak 72. Koğuş kitabıyla Ekmek Kavgasında Revir Meydancısı Yusuf, Ekmek, Sabun ve Aşk, Çocuk Ali; Çamaşırcının Kızında Ayşe ile Fatma, Eski Gardiyan, Recep; Grevde Nurettin Şadan Bey ve Dünyada Harp Vardıda kitaba adını veren öykü sayılabilir. Yaşamında önemli bir yeri olan hapishanelerle ilgili sert gözlemleriyle oluşturduğu bu öyküler, hapishanelerle ilgili yazın ürünlerinin en başarılı olanlarındandır.
İşçi öyküleri Ekmek Kavgasında Mahalle Bekçisi Ali, Bir Ölüye Dair, Afaracı Hacı Ali Uyku; Sarhoşlarda Kamyonda Av; Çamaşırcının Kızında Eski Gardiyan, Çöpçü; Grevde Grev, Dert Dinleme Günü, Kahvede, İşsiz, Kahvede Can Sıkıntısı; Arka Sokakta Süpürgeci; Kardeş Payında Kardeş Payı, İzin Günü; İşsizde Kömürcü, Hacet Kapısı, Doğum adlarını taşır ve çalışma koşullarının amansızlığı yanında geçim sorunları ve işçilerin acımasızca ve daha fazla sömürülmesini işleyen öykülerdir bunlar.
Ekmek Kavgasında Ekmek, Sabun ve Aşk, Kadın; Arka Sokakta Sevda, Kel Tahir; Sarhoşlarda Parkta; Çamaşırcının Kızında aynı adlı öykü, Kötü Kadın, Duvarcı Celal, İki Kız, Ayşe ile Fatma; Kırmızı Küpelerde Rüya; Kardeş Payında Eczanedeki Kız; Babil Kulesinde Kıskanç; Önce Ekmekte Mavi Taşlı Küpe ise Orhan Kemalin aşk konusunda yazdığı ve aşkı olanca gerçekliğiyle romantik öğeler katmadan konu ettiği öykülerdir.
Orhan Kemalin çocuk öykülerinde çalışan, evine ekmek götüren, suça itilen, ırzına geçilen çocuklar vardır. Çocukluklarını yaşayamayan, yaşamın sertlikleri karşısında şaşkına dönmüş çocuklar. Kırmızı Küpelerdeki aynı adlı öykü; Sarhoşlarda Balık, Kamyonda, Ayşe Hoca, Küçükler ve Büyükler, İncinin Maceraları 1,2, Düşman, İncinin Babası; Arka Sokakta Harika Çocuk; Kardeş Payında Çocuk, Arslan Tomson, Üç Arkadaş; Çamaşırcının Kızında İki Kız; İşsizde Babalar ve Oğulları; Önce Ekmekte aynı adlı öykü ve Bir Çocuk, Çocuklar, Sevmiyordu; Dünyada Harp Vardıda Çikolata, Arı Ölüsü, Kovboylar, Fırlama, Grevde İşsiz adlı öyküler kahramanları çocuk olan öykülerdir ve bu öykülerde Orhan Kemal çocuklara kötü davrananları, onları suça itenleri amansızca eleştirir.
Orhan Kemalin sayıca en çok olan öyküleri küçük insanları konu aldığı öyküleridir. Ekmek Kavgasında Köpek Yavrusu, Bir İnsan, Seyran Teber Çelikin Karısı, Dönüş, Kitap Satmaya Dair, Yemişçi; Sarhoşlarda Sarhoşlar, Streptomycine, Yaşasın Hürriyet, Celfin Eti, Gurbet, Hatice Akdur vs; Çamaşırcının Kızında Dilenci, Sevinç; Grevde Kirli Pardesü, Telefon, Velinimet, Kör Salih; Arka Sokakta Arka Sokak, Asılzade, Odacı, Yabancı, Dilekçe, Delibozuk, Hamam Anası, Nermin, Berduşlar; Kardeş Payında Korku, Yeni Şoför, Kenar Mahalle, Kuduz, Motörde, Çirkin, Kadın Parmağı, İstidacı, Büyük Baba, Pırıl Pırıl; Babil Kulesinde Kıskanç dışındaki tüm öyküler; Dünyada Harp Vardıda Behiye, Eski Plak, Söğüt Yaprağı, At Kuyruğu, Yırtıcı Kuş, Gece Yarısı; Mahalle Kavgasında aynı adlı uzun öykü; İşsizde Günah, Piyango Bileti, Numaracı, İşsiz, Üzüntü, Yandan Çarklı; Önce Ekmekte Üçüncü, Tarzan, Coni, Pazartesi, İncir Çekirdeği, Elli Kuruş, Sağ İç, Sezai Bey, Taş, İki Buçuk, Biletsiz, Uzman bu kümeye giren öykülerdir.
Kadınlarla ilgili öykülerin de önemli bir yeri vardır Orhan Kemalde. Çoğunlukla çalışan kadınları ele alır ve onların işyerlerinde, evlerinde, sokakta karşılaştığı sorunlara tutar ışıldağını. Kandırılan, dövülen, baştan çıkarılan, hakkını arayan, intihar eden, kötü kadın olan, temiz kalmaya çalışan, seven, küçücük düşlerle dolu olan kadınların dramlarını sergiler sevgi dolu bakışıyla.
Öykülerin tümünü birlikte değerlendirdiğimizde, hemen hemen tümünü de Orhan Kemalin yaşamından kesitlerin oluşturduğunu görürüz. Çelişkiler yumağı ve yumakla kuşatılmış insanların dramı canlı bir yaşam gibi sunulur. İnsanların ekonomik sorunları, açmazları asıl alınmıştır. Umutlar ve düşler, kavgalar, tartışmalar ve içki, piyango bileti gibi düşler peşinde koşanların sayısı az değildir.
Otuz beş yaşında ilk kitabını çıkaran ve yazdıklarıyla geçimini sürdürme kararlılığında olan Orhan Kemal, tüm yapıtlarına yansıyan bir gözlem ustası olma özelliğiyle kendini var etmiştir. Yaşamını ve gözlediklerini toplumsal yaşamın bir parçası olarak sunma başarısıyla vardır onun öyküleri. Bir toplumsal panoramadır olay öyküleriyle örülen Orhan Kemal öyküsü. Klasik öykü anlayışıyla, kısa bir giriş, geniş bir gelişme ve kısa bir sonuç bölümleri olan öykülerinde konuşmalar önemli bir yer tutar ve öykünün aslı konuşmalardan oluşur. Genellikle betimlemelerin az, konuşmaların çok olduğu bir yazma yöntemi uygulamış olan Orhan Kemal öykülerinin kahramanlarının çoğu toplumun yoksul insanlarıdır. Yoksulluklarla boğuşan çocuklardan yaşamları haksızlıklarla karşılaşarak tükenen çocuklara, vitrinlerde ah çeken çocuklardan işportacı çocuklara, sübyan koğuşlarında gün sayan çocuklardan fabrikalarda uyuklayan çocuklara, boş arsalarda futbolculuk oynayan çocuklardan han odalarında pinekleyen çocuklara, kıskanç çocuklardan gururlu çocuklara, suçlu çocuklardan sokak çocuklarına, öksüz çocuklardan düşlerini yitirmiş çocuklara kadar çocukluk dünyasının derinlerine inmesini başaran bir gözlem gücünün ortaya çıkardığı yapıtlardır Orhan Kemalin öyküleri.
Yaşamı gösterir, yaşamda koşuşan, didişen insanlarla buluşturur okurunu. Fabrikalarda ömür tüketen işçiler, tarım işçileri, gece bekçileri, hapishanelerdeki kader kurbanları, fahişelik yapmak zorunda bırakılan düşmüş kadınlar, üçkâğıtçılar, gündelikçi kadınlar, geçim sıkıntısıyla bunalan küçük memurlar, dilenciler, hapishane köşelerindeki adembabalar, pamuk işçileri, işportacılar, işsizler, hamallar, arzuhalciler, lümpenler, tellaklar, gardiyanlar, futbol hastaları, düşlerle dolu genç kızlar, Yeşilçam umutlarıyla dolu kızlar, mahalle aralarında futbol oynayanlar, tıkış tıkış belediye otobüslerine, tramvaylara dolan, Çukurovaya ya da Taşı toprağı altın İstanbula koşan insanlardır onun anlattıkları. O, bunların sıkıntılarını, hüzünlerini, sevinçlerini, düşlerini kaleme dökerken insan sevgisiyle yoğrulmuş bir bilincin ve duyarlılığın da örneğini sunmaktadır.
Onun anlattıklarında Memleketimizden İnsan Manzaraları vardır. Çirkinlikleri, güzellikleri, boyun eğişleri, direnişleri, kavgaları, suskunluklarıyla bir bütün olarak insanların gerçek yaşamlarını okuruz. İnsandır Orhan Kemalin yazdıklarında karşımıza dikilen, etiyle, kemiğiyle insan. İnsanın özünü ulusal ve toplumsal boyutlarıyla aktarmanın ustasıdır o. Kahramanlarını yaşatmanın, yaşanılır kılmanın, konuşmalardaki canlılığın, sözcüklerdeki yalınlığın, yaşamdan edebiyat yaratmanın ustası olan Orhan Kemal toplumsal insana ulaşan bir yapının yaratıcısıdır sanatıyla. Büyük düşleri olmayan, küçücük düşlerle dünyalarını güzelleştirmek isteyen insanlardır Orhan Kemalin anlattığı insanlar, küçük insanlardır. Düşkırıklıklarıyla kardeş olmuşlardır ama aydınlık umudu hiç eksik olmaz yüreklerinden. İnsanca yaşamak isterler yalnızca; karınları doysun, biraz oynayabilsinler, biraz dinlenebilsinler, biraz eğlenebilsinler, biraz uyuyabilsinler, sevsinler-sevilsinler yeter onlara. Kahvelerde, otobüs duraklarında, amele pazarlarında, tarlalarda, fabrikalarda, şaraphanelerde, bekâr odalarında, artist sokaklarında, gecekondularda yaşayan acılarla dolu insan kalabalıkları vardır ve bunları, Rauf Mutluayın deyişiyle Bereketli Topraklardan akan Gurbet Kuşlarını kim anlatabilirdi? Elbette Orhan Kemal.
Kendi öyküsünü yaratmayı başaran Orhan Kemal, yapıtlarında anlattığı insanları canlı bir varlıkmış gibi aktarmasıyla da özgün bir yazardır. Olanca canlılığıyla toplumsal yaşam vardır Orhan Kemal öykülerinin bütününde. Onun ilk öykü kitabını değerlendiren Fahir Onger, Bu hikâyeci ile muhakkak ki edebiyatımızda memleketimizin şimdiye kadar görülmemiş taraflarına bir pencere açılmıştır. Büyük sanatkâr, şahsiyeti olana deniyorsa, Orhan Kemalin bu şahsiyete kuvvetle sahip olduğunu kabul etmek lazım, (Edebiyat Dünyası, 1 Ocak 1950) demekten kendini alamamıştır. Oktay Rifat, Orhan Kemalin hikâyeleri bir orman yangını kadar haşmetli ve tesirlidir. Sanatı sadece bir deyiş, bir üslup şişi olarak ele alanlara ne güzel ders. İncir çekirdeği doldurmayan, çoğu zaman vehimlerin önümüze sürdüğü birtakım cılız meseleleri, şöyle mi söylesem, böyle mi söylesem diye doksan dokuz günde ısıtıp önümüze süren şairlere, romancılara ne müthiş cevap (Yaprak, 15 Ocak 1950) der. Oktay Akbal, Orhan Kemalin ne kadar kuvvetli bir hicivci ve humoriste olduğunu bir kere daha görebiliyoruz. Acılığı okudukça içimize sinen, hayatın her göze görünmeyen, yalnız onların üstüne eğilmesini bilen gerçek sanatçılarca anlaşılabilen tarafları hikâyeler halinde bize sunulmuştur (Vatan Gazetesi, 1 Aralık 1951) diye belirtir düşüncesini. Sabri Soran, Orhan Giderken adlı şiirinin sonunda şöyle der: Orhan gidiyor/ Aydın gerçekçiliğiyle/ Yaşayın, yaşayın diyerek/ Ama eğilmeden!... Eğilmeden yaşayan ve yazdıklarıyla insanların eğilmeden yaşayacakları bir dünya kazanma savaşımına omuz veren bir yazardır Orhan Kemal. İnandığı doğruların adamıdır ve öyle yaşamıştır. Kendi deyişiyle Karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatında yapmaya çalışmıştır.
ÖNER YAĞCI
Berfin Bahar Dergisi, Sayı: 88, Haziran 2005
kitapyurdu.com