Kıtlık, Açlık ve Duman
Kimi İslam âlimleri, Abdullâh b. Mes’ûd (radıyallahu anh) tarafından nakledilen şu hadiseyi esas alarak, duman demek olan “duhân”ın gelip geçtiğini savunmuşlardır: Kureyş müşrikleri, mü’minlere işkence edip bazı inananların canlarına kıyacak kadar zulümde ileri gidince, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehaya) “Ya Rabbî! Bu zâlimlerin gelecek senelerini Yusuf Aleyhisselam dönemindeki kıtlık seneleri gibi kıl!” diye dua etmişti.
Bu duanın üzerinden çok geçmeden müşrikleri müthiş bir kıtlık yakalamıştı. Öyle ki, insanlar kurumuş derileri ve kemikleri dahi kemirmeye, leş parçalarını bile yemeye başlamışlardı; hatta pek çok kimse açlıktan dolayı ölmüştü. Kıtlık ve açlık öyle bir safhaya ulaşmıştı ki, artık insanlar yer ile gök arasını bir duman kaplamış gibi görüyorlardı. Nihayet, Ebû Süfyân, Rasûl-ü Ekrem’e (aleyhissalatü vesselam) gelerek, “Sen bize akrabayı gözetmemizi emrediyorsun; halbuki kavmin açlıktan ve kıtlıktan helâk oldu. Allah’a dua et de onlardan bu belâyı kaldırsın.” demişti.
Bunun üzerine, Rahmet Peygamberi dua edince, bol bol yağmur yağmaya başlamış ve kıtlık sona ermişti. Heyhat ki, refâha kavuşan müşrikler o açlık günlerini çabucak unutmuş ve yine eski isyankâr hallerine dönmüşlerdi.
Nitekim, Allah Teâlâ, “O halde sen göğün, bütün insanları saracak olan aşikâr bir duman çıkaracağı günü gözle. Bu, gayet acı bir azaptır.” (Duhân, 44/10-11) mealindeki beyanıyla ve müteakip ayetleriyle hem müşriklerin açlıktan her yanı sisli dumanlı gördükleri o kıtlık dönemini hatırlatmış, hem kıtlıktan kurtulduktan sonra şükretmeleri gerekirken onların tekrar inkârlarına döndüklerini nazara vermiş ve hem de bütün inkarcıların bir gün mutlaka büyük bir satvetle yakalanıp cezalandırılacaklarını bildirmişti.
İşte, bazı müfessirler mezkur ayetlerin bu hadiseden dolayı nâzil buyurulduğunu söylemiş; “duhân”ın gerçek duman değil, müşriklerin açlığa marûz kalıp etrafı duman şeklinde görmeleri olduğunu ve bunun da gelip geçtiğini belirtmişlerdir.
Fikir İnhirafı ve Kargaşa
Bazı âlimler ise, kıyâmet alâmetleriyle alâkalı diğer hadisleri de nazar-ı itibara alarak, söz konusu ayetlerin daha şümullü şekilde anlaşılması gerektiğini, imâ edilen “duhân”ın henüz vuku bulmadığını ve onun kıyâmete yakın bir zamanda görüleceğini söylemişlerdir. Rivâyetlere göre; bu duman inkarcıların kulaklarından girecek, başlarını yakıp kavuracak ve onları öldürecek; mü’minleri de nezleye yakalanmış gibi bir hale düşürecektir.
Allahu a’lem, duhân maddî bir azap da olabilir. Mevzuyla alâkalı hadislerde, bir özenti neticesinde yakalanılan sigara hastalığından atom bombası gibi kitle imha silahlarına ya da ozon tabakasının sebep olabileceği felaketlere kadar bazı âhir zaman belalarına işaretler de bulunabilir. Fakat, biz şimdiye kadar “duhân”ı hep düşünce kaymaları neticesinde oluşan şaşkınlıklar, itikadî marazlar ve fikir hercümerci şeklinde anladık.
Bildiğiniz gibi; her şey önce düşüncede başlar, bir fikir olarak ortaya atılır, sonra im’an-ı nazar ile o meselede derinleşilir; fikir, mefkure haline getirilir ve nihayet o uygulanabilecek bir şey ise projelendirilir, makul bir çerçevede realize edilmeye çalışılır.
Bu açıdan, kelime itibarıyla duman demek olan “duhân” bir yönüyle her şeyin sisli-dumanlı görülmesi, eşyanın mahiyet-i nefsü’l-emriyesine göre algılanamaması; akın karaya, sapın samana karışması; bir kısım güzelliklere açık düşüncelerin yanında karanlık fikirlerin de bulunması ve hemen her şeyin karman çorman olması manasına da gelebilir. Duhân, düşünce borbardımanlarının birbirini takip ettiği, kaba kuvvetin fikir işçilerini inkar bataklığına sürüklediği, hakkın bâtıl gibi gösterilip bâtılın hakmışçasına sergilendiği, iyinin kötüden, güzelin çirkinden, doğrunun eğriden tefrik edilemediği karışık bir dönemin remzi olabilir.
Evet, duhândan maksadın, kaba manasıyla bir atom ya da hidrojen bombasının meydana getirdiği dumanı ve toz bulutunu hatırlatan maddî bir felaket olması da mümkündür. Fakat, hadis-i şeriflerde duhânın münkirleri öldürürken mü’minleri de zükâm (soğuk algınlığı, nezle) yapacağına dikkat çekilmesi daha başka manaları akla getirmektedir.
Âhir Zaman Nezlesi
Aslında, zükâm (zükkâm da denir), her ne kadar lügat açısından “nezle” demek olsa da, Araplara ait bir deyimdir ve bir şeyden çok etkilenmeyi, ona imrenmeyi, onun karşısında insanın ağzının sulanmasını ve ağzının suyunun akmasını ifade etmektedir.
Âhir zamanda öyle şeyler ortaya atılacaktır ki, inançsızlar hemen kendilerini salıverecek, gördükleri karşısında adeta baygınlaşacak, sonra şuursuzca onların içine atlayacak ve helâk olup gideceklerdir. İnananlar ise, neticesinin nereye varacağını bilemedikleri o sonradan doğma şeylere belki hemen kendilerini kaptırmayacaklardır ama onlar da bir baş dönmesi, bir bakış bulanıklığı ve kısa süreli de olsa bir şaşkınlık yaşayacaklardır. Arap dilinde bu husus “umumî havadan etkilenme neticesinde gözlerin yaşarmasını, burnun akmasını ve beynin karıncalanmasını” hatırlatan bir deyim olarak zükâm ile dile dökülmektedir ki; biz bunu, kendi lisan zevkimiz zaviyesinden “Bazı fanteziler öyle câzip hale gelir ki, insanların başları döner, bakışları bulanır, ağızlarının suyu akar ve kendilerini onların içine bırakıverirler.” şeklinde anlayabiliriz.
İşte, şayet kıyâmetten önce düşünce sahasına büyük bir bomba atılacaksa, -hafizanallah- o bir inkâr-ı ulûhiyet duhanı meydana getirecekse ve neticede her şey simsiyah bir buluta bürünecekse, zaten şüphe ve tereddütte olan kimseler o sisli havada hayatlarını devam ettiremez ve onun içinde boğulup giderler.
Nitekim, bir nihilist filozofun, özünden tamamen uzaklaşmış bir itikada reddiye babında “Ve Tanrı öldü” deyişini, işin künhüne vakıf olamayan bir kısım kimseler “Allah öldü” şeklinde algılayarak öylece ülkemize taşımış ve binlerce insanın dalaletine sebebiyet vermişlerdi. Kezâ, “Din afyondur; fakir-fukaranın teselli kaynağıdır!” düşüncesinden dolayı tamamen devrilen, tırpanlanmış gibi yıkılıp giden bir sürü insan olmuştu.
Heyhat ki, bu düşünce inhiraflarının tesirleri sadece inkarcılar üzerinde görülmedi. Kimileri, o fikir kaymaları neticesinde itikadî bir uçuruma yuvarlanırlarken, bazıları da en azından zükâma tutuldular. Onların da, -bağışlayın- burunları akmaya başladı; başları döndü, bakışları bulandı ve ağızlarının suyu aktı. Onlar da hesabı karıştırdılar, fantestik, lüks ve bâtıl mülahazalara kapıldılar.
Bir münasebetle arz ettiğim gibi; bir dönemde İslam dünyasında “İslam sosyalizmi” kitapları yazıldı. Çünkü, bazı mü’minler, ne idüğü belirsiz düşüncelerden o kadar etkilendiler ki, İslâm’daki içtimâî adaleti sosyalizm şeklinde anladılar. Oysa ki, içtimaîlik, İslâmî yapının temeli değil sadece bir yönüdür. “Allah indinde hak din İslâm’dır.” (Âl-i İmran, 3/19) Bu mesele malum ve müsellem bir hakikat iken, Marks’tan tevarüs edilmiş bir nazariyenin İslâm’a yamanarak takdim edilmesi, müslümanlık adına büyük bir gaflet ve cehalettir. Aynı zamanda bu, baş dönmesinin, göz bulanmasının ve hakikatleri mahiyet-i nefsü’l-emriye açısından değerlendirememenin ifadesidir.