Çanakkale cephesinde Keskin nişancı Türk kadını olamayacağının nedenlerinden birkaçı şunlardır
1- Gözlerinin dışında her tarafları kapalı olarak istedikleri zaman sokakta gezmelerine bile izin verilmeyen Türk kadınının, 1900 yılının Osmanlı ordusunda fiili askerliğe alınmış olması mümkün değildir.
2- Duruma, bu cephede özel olarak böyle bir yola başvurulmuş olma olasılığıyla bakarsak; o zamana kadar cephede hiç bulunmamış bir kadının böylesine keskin nişancı haline gelebilmesi için epey mermi yakması ve bu sürede de en ön siperlerde bulunmuş olması gerektir. Ki, böyle bir yatırım hiç de ucuz bir yol olmadığı gibi, hiçbir kayıt böyle bir olaydan da söz etmez...
3- Hiçbir Türk kaynağının bahsetmediği bu olayı gündeme getirenler, sadece İngiliz ve Anzac askerleridir. Onlar da mektup veya hatıratlarda, olayları ikinci elden anlatmışlardır... Bunların hemen hepsi de siper rivayeti olmaktan öteye şeyler değildir..
4- Kimi hatıratta geçen öldürüldükten sonra üzerinde bir sürü asker künyesi bulunan Türk kadın keskin nişancısı iddiası ise hepten gülünçtür. Çünkü yapılan işin doğası, öldürenin ölene uzak olmasını gerektirir. Uzaktan attığı bir kurşunla hedefini öldüren bir keskin nişancı, ister erkek ister kadın olsun, bu yolu zaten düşmana uzak durmak için seçmiş olmalıdır. Oysa künye koleksiyonu yapmak için ölünün yanına kadar gitmek gerekir. Bu tip olaylar, daha çok western öyküleri, kızılderili ve kovboylarıyla yetişmiş batılı askerlerin hayal mahsulü dedikodularıdır.
5- Böyle bir savaşçı tipi yetiştirmek için, ne Osmanlı ordusunun, ne de onu eğitmeye gelen Alman Askeri İslah Heyetinin benzer bir askere alma ve eğitme programı asla olmamıştır. Eğer olmuşsa, her noktayı Alman Genelkurmayına rapor eden başta 5. Ordu Komutanı Liman von Sanders olmak üzere, ülkelerine döndükten sonra her biri bir hatırat yayınlayan diğer Alman subaylarının bundan hiç söz etmemiş olmaları oldukça gariptir.
6- Dünyadan gizlenmiş olsa bile, bu kadın savaşçıların o güne kadar nerelerde eğitildikleri bilinmemektedir. Birlik isimleri nedir? Diğer askerler gibi kışlalarda mı yaşamaktadırlar, yoksa evlerinde mi oturmaktadırlar? Balkan Savaşında da hizmet vermişler midir? Bu birlik, Geliboluda konuşlanmış bir birlik midir? Bu kadınlar, Gelibolu gibi bir arazide, yatmak, uyumak, yemek, tuvalet ve banyo gibi ihtiyaçlarını nasıl gidermişlerdir?
7- Osmanlı ordusu, daha savaşın başında elinde o kadar erkek varken, keskin nişancı olarak neden kadınları görevlendirme ihtiyacı hissetmiştir? Gerçekten bunlar Türk müdür, yoksa, o sırada her alayda çok sayıda bulunan etnik azınlıklardan mı? Niye hiçbir esir veya kaçak bunların varlığından düşmana sözetmemiştir?
8- Bütün bu sorulara mantıklı bir yanıt verilse de, onca keskin nişancı Türk askeri resmi olmasına rağmen, neden tek bir tane Türk kadın sniper resmi bulunmadığı açıklanamamaktadır. Oysa böyle bir resim, gerek düşman için bu savaşın tarihinde, gerekse bizler için tıpkı Türk savaş tarihindeki diğer kadın kahramanlar gibi kendine ayrı bir sayfa açacak kadar önemlidir.
9- Savaşta, hayatta kalmanın başarı olduğu böylesi bir görev yapan kadınların tıpkı erkekler gibi ödüllendirilmiş olması gerekmektedir. Başarılı er ve subaylara verildiği gibi onlara da madalya verilmiş olmalıdır. Ancak, bugüne kadar kimse, sözü edilen tarihte, gerek göğsünde kurdeleli madalya, gerekse madalyasız, asker veya subay kıyafetleri içinde gezen bir kadın görmemiştir. Bu tür resimlerin çekilme imkanı, ancak Kurtuluş Savaşı sırasında doğmuştur.
10- Dönemin en popüler propaganda yayını olan Harp Mecmuası, 4 yıllık savaş süresinde yayınladığı 27 nüshada, yüzlerce yazı, binlerce resim arasında hiç böyle bir fotoğraf kullanmamış, yazıların hiçbirinde kadın keskin nişancılarından bahsetmemiştir. Oysa cephe gerisinde savaşa katılan kadın sağlık personelinden ve kadın işçi taburlarından sıkça söz edilmektedir. Okur açısından çok daha ilginç olacak böylesi bir kahramanlık örneği, bu propagadif yayında niye kendine bir kere bile yer bulamamıştır?
11- Yukarıda adından sözedilen Kadın İşçi Taburları mensuplarından birinin böyle bir olaya karışmış olabileceği varsayılsa da, bu olasılığın Çanakkale değil, çok daha sonraki cephelerden birinde gerçekleşmiş olması mümkündür. Çünkü bu Kadın İşçi Taburunun kuruluş tarihi Eylül 1917dir; yani Çanakkale savaşından iki yıl sonrası...
Yukarıda sorular ve olgular ışığında bakarsak, Çanakkale Savaşında, herhangi bir cephede, siperde veya zamanda, Türk keskin nişancı kadınları"nın savaştığına inanmanın mümkün olamayacağı açıkça görülür...
Bu efsaneyi yaratanlar düşman askerleri de olsalar, bunu, Çanakkale Savaşı hakkında doğru dürüst bir bilgisi olmayan Türk halkına yutturanlar, yine bizim tarih yazarlarımızdır. Web sitelerinde veya eksiğine-noksanına bakmadan her 18 Mart öncesi alelacele piyasaya sürdükleri tarih(!) kitaplarında bu martavalları atan bezirganlar, çok açıktır ki, toplumun böylesi efsanelere yatkın olduğunu iyi bilmektedirler.
Ancak, somut bilimlere inanan aklı başında çağdaş insanların, bilimadamlarının, bu tür martavalları öne sürerken, iki kere düşünmeleri gerekir...
Keskin Nişancı Türk Kadınları hurafesini sitelerinde Bilinmeyenler başlığı altında bilmiş bilmiş anlatan web tüccarlarını bir kenara bırakırsanız, bugün, kimsenin elinde bu olguya ait ciddi bir kanıt bulunmamaktadır. Sözü edilenlerin hepsi, savaşa katılmış, cephelerde kurşun yağmuru altında kalmış, ve çoğu yaralanmış askerlerin mektup ya da hatıratlarında anlattıkları söylentilerdir... Mektup veya hatıratında bir keskin nişancı Türk kadınını kendi gözleriyle gördüğünü yazan hiç kimse olmadığı gibi, profesör ünvanlı kimilerinin Age gazetesinin bilmem hangi tarihli nüshasında çıkan habere göre.... diye yazdıkları makalelerde de buna bir kanıt bulunmaz...