Bazı duygular var, insanın temel özelliği kabul edilen, sadakat, ihanet, unutmak ya da korkunun pençesinde var olmak. Sığınmak yalanların en ücrasındaki karanlığa, kendinde yaşanan ben ile dışında ki var olan ben arasında, acımasızca katlanmak kendine. Bazen utanmak kendinden, bildiğin kendinin yalanlarına katlanmak, katlana bildiğin yere kadar. Farkındalık başladığı anda, Araf yanında belirir ve kalırsın iki dünyanın ortasında.
Bu iki kişilik bir oyun ve tek aktör sensin yaşamın orta oyununda, hangi yöne dönsen sen ve kaça bilmek imkansız bu rolden. İşin zor olanı ise oynayan sensin ve senaryoyu yazan sen, rol kapan ve başrol için kavga veren de sensin. Tanrılar yaratırsın, idoller, elinden gelirse sen soyunursun o role, senin rolün gibi ancak sen değilsin, oynarsın bilerek.
Yetmez olan iç benliğinin çaresizliği, uç verir yaşamının penceresinde. Aynada ki senle yabancısın, işte o anda kırılmanın başladığı yerdesin, sağ yanında uçurum, sol yanında kendinle yüzleşmen gereken sen. Tanrıların terk ettiği anlardan birisidir yaşanan, orda sensin ve tek başına yaşarsın Araf’ının cehennemini ve sonrasında görürsen hesabını kendinde, yaşadığın tek kişilik cennetindir aslında. Bütün mistik düşüncelerde buna ’’ölmeden ölmek’’ denir. İnsanın, insan olduğu, ya da farkındalığın başladığı yeri keşif etmektir. Yaşamda, açmaya çalıştığımız penceremizdir ilk yaptığımız, içimizde kendimizin kurduğu hapishanenin, göğe açılan tavanının üstüne açtığımız ilk gedik.
Bıkmadan, usanmadan kurduğumuz bu dünyayı, aslında ilk andan beri, daha ilk nefesle, sevdiklerimizle birlikte inşa etmişiz, kah farkında, kah olmadan. Ben olmak için, öğrenilen her yaşam öğretine sıkıştırılmış itaat ta, senden kaçışın gizli olmasına rağmen, sen olmanın yüceliği anlatılır. Ailen için, akraban, aşiretin, inancın, devletin için yaşamalısın. Onların varlığı en büyük değer ve o değerin içinde sen hiçsin. Farkında olma eylemin; ilk Araf’ındır aslında. Yalnızlığın başlar gecelerinde, içindeki ben baş kaldırır ve başlar seninle kavgaya. Sorgulamaya başlarsın, sorgusuz ihanetinin şafağında, acıtır sol yanını, anlamadığın karanlık. İlk yol kavşağına gelmişsin ve kavşakta içsel gardiyanın bekler seni, acımasız bir korkaklıkla. Belki de büyümeye çalışan bedenin ile çocuk kalmaya çalışan sensin, buda yaşadığın ilksel fırtına. Yaşadığın aşk, senin yüzleşmen olmuşsa ve acı düşmüşse hissene, büyüdün işte çocuk derler sana.
Başkaldırı en büyük direniş olsada, kurulu kuralların acımasız baskısına, baş eğmeden yaşamak, bedel gerektirir ve hazır değilsen buna, dönersin ret etmeye çalıştığın karanlığına. Burada, senin ile senin, ilk büyük meydan savaşıdır ve kazanan özgürlük veya içsel köleliğindir yaşanan. Ya uyarsın kurallara, ya da yaşarsın yalnızlığının Araf’ında. İhanetin sorgulanmaya, vicdanın ile duygularının çatışması yaşatılmaya çalışılır. Ailene; kendine, umut bekleyenlerin umuduna ihanet ettin ve katlin vacip olmuştur aslında.
Artık Araf’tasın ve hep savaşmakla geçen başkaldırının sınırlarında yaşamak zorunda olan, hep ileriye giderken, yalnızlığın tüm limanlarını keşif etmek zorunda olan sana, katlanmak zorundasın. Orada yaşamak zorunda olduğun, ihanettir aslında, kimi kendine rağmen kendine, kimi çevrende yaşadığın tüm beklentilerinde ki kendinle, yaşanan tüm kirlenmişlikte söylenen, sahtelikte yaşanan, gölgelerdeki ihanet. Kim hain, varmak isterken farkına, ihanet kol, kanat gerer, gerçeğin zannettiğin gerçeğinin ortasına. Kendi gerçeğini yaratmaya çalışırsın ve gerçeğin nerede. Geldiğin ikinci Araf’ındasın aslında ve ihanetin mayın tarlasında, ikincil izini takip eden acemi izci olduğunun farkına vararak, kendinde dahil, her düşünce gelir oturur, kuşkularının tam ortasına.
Yaşanan zamanın artık farkında olmak yetmez sana, açıklanan gerçek, sorgunun açmazında her sözcükle delik deşik olmakta, inaçsızlığın inaçlı saldırılarında, tek başınasın. İnanmaya hazır sen, inanmazlığın gayya kuyularında boğulmakta, bilmenin uçsuz bucaksız denizinde kulaç atar ve sığınacak tek liman bulamazsın. Bu Araf’ının kendinde yaşanan büyük patlamasıdır, ya sen olmaya devam için geçici mola kavşağı, ya da büyük çöküşünün görkemli teslimiyetidir. Artık varılacak son sınırının ilk adımındasın, ya da dönüşünün son adımındasın. Keşif edeceğin dünyaların büyüsüne kapılmış ve yaşananlardan sonra geldiğin noktada, tükenmiş hissederken kendini, acıyanların ve hayranlıkla seni gözlemleyen insanların ortasında bir başınasın.
Artık tanrılar katında salındığın söylenir, her inanan için saatli bombasın ve tüm nefretlerin kaynağı. Yalnızlığının her limanı sensin, içsel korkuların büyüdükçe büyür. Teslimiyet ve direniş aynı anda çiçeğe durmaktadır içinde. Mısır da ’’insan ölümlü tanrıdır ve tanrı ise ölümsüz insadır’’ der, tanrımı olmak istersin yoksa inanmanın o eski günlerinde salınmak mı istersin sorgusu başlar, dipten gelen dalgaların suskun seslenişinde. İçinde ki Araf’ının keskin virajında, savrulmaların başlamış dır çatışmalı yalnızlığında. Araf’ının fırtınalarında, ne yol kalmıştır, nede iz. Yolunu bulmaya çalışırsın, beklemekse içsel ölümündür, bir kez daha teslimiyet ve direniş pusu atmıştır yoluna.
Sen Araf’ta ve bir başınasın. Hoş geldin güzel dost, yalnız ve o ölçüde özgür dünyanın son sınırında ancak son ana kadar Araf’ta yaşamaya mahkumsun ve unutma daha yolunun başındasın.
İçimizdeki Araf 1 - Fatih Mehmet Yıldırım
Bu iki kişilik bir oyun ve tek aktör sensin yaşamın orta oyununda, hangi yöne dönsen sen ve kaça bilmek imkansız bu rolden. İşin zor olanı ise oynayan sensin ve senaryoyu yazan sen, rol kapan ve başrol için kavga veren de sensin. Tanrılar yaratırsın, idoller, elinden gelirse sen soyunursun o role, senin rolün gibi ancak sen değilsin, oynarsın bilerek.
Yetmez olan iç benliğinin çaresizliği, uç verir yaşamının penceresinde. Aynada ki senle yabancısın, işte o anda kırılmanın başladığı yerdesin, sağ yanında uçurum, sol yanında kendinle yüzleşmen gereken sen. Tanrıların terk ettiği anlardan birisidir yaşanan, orda sensin ve tek başına yaşarsın Araf’ının cehennemini ve sonrasında görürsen hesabını kendinde, yaşadığın tek kişilik cennetindir aslında. Bütün mistik düşüncelerde buna ’’ölmeden ölmek’’ denir. İnsanın, insan olduğu, ya da farkındalığın başladığı yeri keşif etmektir. Yaşamda, açmaya çalıştığımız penceremizdir ilk yaptığımız, içimizde kendimizin kurduğu hapishanenin, göğe açılan tavanının üstüne açtığımız ilk gedik.
Bıkmadan, usanmadan kurduğumuz bu dünyayı, aslında ilk andan beri, daha ilk nefesle, sevdiklerimizle birlikte inşa etmişiz, kah farkında, kah olmadan. Ben olmak için, öğrenilen her yaşam öğretine sıkıştırılmış itaat ta, senden kaçışın gizli olmasına rağmen, sen olmanın yüceliği anlatılır. Ailen için, akraban, aşiretin, inancın, devletin için yaşamalısın. Onların varlığı en büyük değer ve o değerin içinde sen hiçsin. Farkında olma eylemin; ilk Araf’ındır aslında. Yalnızlığın başlar gecelerinde, içindeki ben baş kaldırır ve başlar seninle kavgaya. Sorgulamaya başlarsın, sorgusuz ihanetinin şafağında, acıtır sol yanını, anlamadığın karanlık. İlk yol kavşağına gelmişsin ve kavşakta içsel gardiyanın bekler seni, acımasız bir korkaklıkla. Belki de büyümeye çalışan bedenin ile çocuk kalmaya çalışan sensin, buda yaşadığın ilksel fırtına. Yaşadığın aşk, senin yüzleşmen olmuşsa ve acı düşmüşse hissene, büyüdün işte çocuk derler sana.
Başkaldırı en büyük direniş olsada, kurulu kuralların acımasız baskısına, baş eğmeden yaşamak, bedel gerektirir ve hazır değilsen buna, dönersin ret etmeye çalıştığın karanlığına. Burada, senin ile senin, ilk büyük meydan savaşıdır ve kazanan özgürlük veya içsel köleliğindir yaşanan. Ya uyarsın kurallara, ya da yaşarsın yalnızlığının Araf’ında. İhanetin sorgulanmaya, vicdanın ile duygularının çatışması yaşatılmaya çalışılır. Ailene; kendine, umut bekleyenlerin umuduna ihanet ettin ve katlin vacip olmuştur aslında.
Artık Araf’tasın ve hep savaşmakla geçen başkaldırının sınırlarında yaşamak zorunda olan, hep ileriye giderken, yalnızlığın tüm limanlarını keşif etmek zorunda olan sana, katlanmak zorundasın. Orada yaşamak zorunda olduğun, ihanettir aslında, kimi kendine rağmen kendine, kimi çevrende yaşadığın tüm beklentilerinde ki kendinle, yaşanan tüm kirlenmişlikte söylenen, sahtelikte yaşanan, gölgelerdeki ihanet. Kim hain, varmak isterken farkına, ihanet kol, kanat gerer, gerçeğin zannettiğin gerçeğinin ortasına. Kendi gerçeğini yaratmaya çalışırsın ve gerçeğin nerede. Geldiğin ikinci Araf’ındasın aslında ve ihanetin mayın tarlasında, ikincil izini takip eden acemi izci olduğunun farkına vararak, kendinde dahil, her düşünce gelir oturur, kuşkularının tam ortasına.
Yaşanan zamanın artık farkında olmak yetmez sana, açıklanan gerçek, sorgunun açmazında her sözcükle delik deşik olmakta, inaçsızlığın inaçlı saldırılarında, tek başınasın. İnanmaya hazır sen, inanmazlığın gayya kuyularında boğulmakta, bilmenin uçsuz bucaksız denizinde kulaç atar ve sığınacak tek liman bulamazsın. Bu Araf’ının kendinde yaşanan büyük patlamasıdır, ya sen olmaya devam için geçici mola kavşağı, ya da büyük çöküşünün görkemli teslimiyetidir. Artık varılacak son sınırının ilk adımındasın, ya da dönüşünün son adımındasın. Keşif edeceğin dünyaların büyüsüne kapılmış ve yaşananlardan sonra geldiğin noktada, tükenmiş hissederken kendini, acıyanların ve hayranlıkla seni gözlemleyen insanların ortasında bir başınasın.
Artık tanrılar katında salındığın söylenir, her inanan için saatli bombasın ve tüm nefretlerin kaynağı. Yalnızlığının her limanı sensin, içsel korkuların büyüdükçe büyür. Teslimiyet ve direniş aynı anda çiçeğe durmaktadır içinde. Mısır da ’’insan ölümlü tanrıdır ve tanrı ise ölümsüz insadır’’ der, tanrımı olmak istersin yoksa inanmanın o eski günlerinde salınmak mı istersin sorgusu başlar, dipten gelen dalgaların suskun seslenişinde. İçinde ki Araf’ının keskin virajında, savrulmaların başlamış dır çatışmalı yalnızlığında. Araf’ının fırtınalarında, ne yol kalmıştır, nede iz. Yolunu bulmaya çalışırsın, beklemekse içsel ölümündür, bir kez daha teslimiyet ve direniş pusu atmıştır yoluna.
Sen Araf’ta ve bir başınasın. Hoş geldin güzel dost, yalnız ve o ölçüde özgür dünyanın son sınırında ancak son ana kadar Araf’ta yaşamaya mahkumsun ve unutma daha yolunun başındasın.
İçimizdeki Araf 1 - Fatih Mehmet Yıldırım