Konuya nerden başlayacağımı ve doğru yere yazıp yapmadığımı tam olarak kestirememekle beraber , hüznü sevenlere seslenmek istedim . Şimdi bazılarınız " yahu hüzün de sevilir mi?" diye düşünebilir . Bana inanabilirsiniz ki bunu seven ve hatta acı ile adeta dalga geçmesini bilenler de var bu dünyada . Hani Sezen Aksu diyor ya " acının insana kattığı değeri bilirim ....." ne kadar da güzel özetliyor aslında herşeyi. Sanırım ben de bu "özet"e canı gönülden katılanlardanım . Acı ile dansetmeyi öğrendiğimi hissediyorum artık . Hiçbir şey canımı eskisi kadar yakmıyor ve hiçbir kişinin sözü ile yıkılmıyorum dediklerine inat ! .
Bu nasıl oldu ? Ben ne zaman bu kadar olgunlaştım ya da duyarsızlaştım !! hiç ama hiç bilmiyorum . Bildiğim tek şey ; dinlediğim şarkılar , anılarıma meze olarak , yüzümde tatlı bir tebessüm oluşturabiliyor artık ... Halbuki , gözlerimde yaş olarak dilegelirdi her hüzünlü ezgi . Ne kadar değişmişim , ne kadar farklılaşmış duygularım. Bir zamanlar harap olup yıkıldığım ve hatta içimin yırtıldığını hissettiğim olaylar şimdi bana oyun gibi geliyor . "Buna mı üzülmüşüm ben" diyorum içimden , "çocukmuşum , çocuk ..."
Lise yıllarıma dönüyorum arasıra . İlk sevgili , ilk kalp kıpırtıları , ilk masum öpücük ve ilk ayrılık ... "Bu kalp seni unutur mu?" diye radyoda yükselen şarkının sözleri , adeta kalbimi yırtıyordu ... , dün gibi anımsıyorum . Hele durmak tükenmek bilmez ağlamalarım , pişmanlıklarım , kendimi içine gömdüğüm yalnızlıklarım ve daha neler neler vardı bir gençkızın anılarında . Hepsi buğulu bir kapının ardında , bir silüet gibi duruyor şimdi . Hatırlarken bile zorlanıyorum , "kimin için ağlamıştım ben acaba ? Adı neydi mesela ? ya da nerde tanışmıştım ki onunla ? " ... çok net olmasa da bazı silik cevaplar var zihnimde . Yetinmeye çalışıyor ve zorlamıyorum , ne de olsa geçmişşş gitmişşş .
Üniversitede sanırım biraz daha pişmeye başladı duygularım ya da bana öyle geliyor . Ayrılıklar canımı eskisi kadar yakmamaya başladı , üzülüyor ama kahrolmuyordum sanki , yoksa yanılıyor muyum ? Yoksa hala çok mu inciniyordum ? evet evet , inciniyordum ama bitecek kadar değil , ağlıyordum ama saatlerce değil , içleniyordum ama etrafımı bıktıracak kadar değil . Ama biliyordum , değişmeye , yenilenmeye , farklılaşmaya başlamıştım ... Değişiyordum ... Eski Sahra değildim artık . Birşeyler bitmiş bir başka kadın oluşmaya başlamıştı içimde . Çok cesur görünen , dışadönük , sosyal , insanlardan kaçmayan ama içinde korkak , ürkek ve dokunsalar ağlayacak kadar zayıf bir kadın. İŞte bu bendim . Eğitimim , yaşadıklarım , aşklarım ve çevrem bana bu getiriyi /götürüyü sağlamıştı .
İş hayatı ve hemen ardından gelen evlilik ise çok daha farklı dünyalara girmemi ve "sabun köpüğü dünyaları" tanımamı sağladı . Hiçbir şey öğrendiğim dünyaya benzemiyordu . Suni olan birşeyler vardı yaşadıklarım içinde ama ne idi ? Hergün yeni birşey öğreniyor , insanların sakladıkları yüzünü farkediyor , önceleri şaşırıyor ama sonra alışıyordum . Halbuki çocukken ne güzel bir kural vardı . Eğer birisi ile klavga eder ya da küsersek , onun arkasından konuşmak en doğal hakkımızdı . Çünkü bilirdik ki ; o artık bizim arkadaşımız değil , bizi üzdü , kırdı ve arkasından konuşmamızı haketti . Hem bir daha yüzüne de bakmazdık ki , biterdi bizim için ama gün gelirde barışacak olursak da , tüm bunlar unutulurdu . Fakat benim girdiğim dünyada bu kural yoktu , kural şu idi : Bir kişi ile küsmeden ya da onu hayatından çıkartmadan da arkasından konuşabilirdin hatta ve hatta o zat yanına geldiğinde hiçbir şey olmamış gibi maskeni yüzüne takıp "canım , balım" olurdun . Farklı ve basit bir kuraldı , uyması da çok ama çok kolaydı . Sanırım bu kolaylığı yüzünden çok kişi eski öğretiilen kuralı unutup bunu kabullendi . Dedim ya işte , "sabun köpüğü" bir diyara girdim . Herşey suni , an'lık ve güvensiz bu alemde .
Ayrılıklar da tattım elbette , çok acı gidişler yaşadım . Mekanikleşen yaşamımda , çok yıpratmadı bu gidişler beni çünkü umursamıyordum çünkü duyarsızlaşmıştım çünkü olgunlaşmıştım!!!
İşe gömülmüşlüğümün ardında , hayatımdan kayıp gidenleri izlerken , ayrı bir hüzün çöküyordu içime . Kaybettiklerim kazandıklarımla boyölçüşemeyecek kadar büyüktü , biliyorum . Ailemi , gerçek dostlarımı , varlığı ile mutlu olduğum eşimi , büyümekte olan çocuğumun bensiz büyürken geçirdiği o sihirli saatleri ve insanlığımı kaybetmiş , onun yerine sürekli çalışan , hiçbir şeyi önemsemeyen , gezen , dolaşan , kendini! yaşayan bir kadını kazanmıştım!! .
Ama tüm bunlar , şu an adını dahi anımsamadığım ilk aşkımın canımı acıttığı kadar acıtmıyordu beni . Garip değil mi? Hem de çok garip ... Önemi bile olmayan bir konu için kendini paralayan genç bir kız , sahip olduğu en güzel hazineleri kaybetmesine rağmen umursamayan bir kadına dönüşmüştü .
Ne idi peki bu değişim ? Neler olmuştu bana? Çok mu zorladı acaba hayat beni , çok mu üstüme geldi ?
Hani bir hikaye vardı , hepiniz bilirsiniz : " bir krallık varmış , bu krallıkta hergün eköeğe , una suya velhasıl herşeye zam yaparlarmış ama halk gık demeden çalışır , kendi yağı ile kavrulmaya çalışırmış . Kral her zam oluşundan sonra halkın arasına karışır ve insanların ne halde olduğunu , neler konuştuğunu öğrenmeye çalışırmış. İnsanların isyan etmediğini gördükçe de biraz daha yüklenirmiş . Bir gün yine veziri ile beraber yine bir zam sonrasında halkın arasında geziyormuş ki , bir de bakmış insanlar sebepsiz yere gülüyorlar . Hepsinin yüzünde tuhaf bir gülümseme , tuhaf tuhaf bakıyorlar . Bunun üzerine kral demiş ki artık zam yapmayalım , bunlar sebepsiz yere gülmeye başlamışlar , bu hayra alamet değil"
Bunu anlatmamın sebebi şu ; artık ben de gerçekten yaşadıklarıma ve kayıplarıma sadece gülmeye başladım . Ya hüznü sevmeye ya da delirmeye başladım ...
Sadece kurgudur :Entusiasmado: delirmedim henüz :Seguridad:
Bu nasıl oldu ? Ben ne zaman bu kadar olgunlaştım ya da duyarsızlaştım !! hiç ama hiç bilmiyorum . Bildiğim tek şey ; dinlediğim şarkılar , anılarıma meze olarak , yüzümde tatlı bir tebessüm oluşturabiliyor artık ... Halbuki , gözlerimde yaş olarak dilegelirdi her hüzünlü ezgi . Ne kadar değişmişim , ne kadar farklılaşmış duygularım. Bir zamanlar harap olup yıkıldığım ve hatta içimin yırtıldığını hissettiğim olaylar şimdi bana oyun gibi geliyor . "Buna mı üzülmüşüm ben" diyorum içimden , "çocukmuşum , çocuk ..."
Lise yıllarıma dönüyorum arasıra . İlk sevgili , ilk kalp kıpırtıları , ilk masum öpücük ve ilk ayrılık ... "Bu kalp seni unutur mu?" diye radyoda yükselen şarkının sözleri , adeta kalbimi yırtıyordu ... , dün gibi anımsıyorum . Hele durmak tükenmek bilmez ağlamalarım , pişmanlıklarım , kendimi içine gömdüğüm yalnızlıklarım ve daha neler neler vardı bir gençkızın anılarında . Hepsi buğulu bir kapının ardında , bir silüet gibi duruyor şimdi . Hatırlarken bile zorlanıyorum , "kimin için ağlamıştım ben acaba ? Adı neydi mesela ? ya da nerde tanışmıştım ki onunla ? " ... çok net olmasa da bazı silik cevaplar var zihnimde . Yetinmeye çalışıyor ve zorlamıyorum , ne de olsa geçmişşş gitmişşş .
Üniversitede sanırım biraz daha pişmeye başladı duygularım ya da bana öyle geliyor . Ayrılıklar canımı eskisi kadar yakmamaya başladı , üzülüyor ama kahrolmuyordum sanki , yoksa yanılıyor muyum ? Yoksa hala çok mu inciniyordum ? evet evet , inciniyordum ama bitecek kadar değil , ağlıyordum ama saatlerce değil , içleniyordum ama etrafımı bıktıracak kadar değil . Ama biliyordum , değişmeye , yenilenmeye , farklılaşmaya başlamıştım ... Değişiyordum ... Eski Sahra değildim artık . Birşeyler bitmiş bir başka kadın oluşmaya başlamıştı içimde . Çok cesur görünen , dışadönük , sosyal , insanlardan kaçmayan ama içinde korkak , ürkek ve dokunsalar ağlayacak kadar zayıf bir kadın. İŞte bu bendim . Eğitimim , yaşadıklarım , aşklarım ve çevrem bana bu getiriyi /götürüyü sağlamıştı .
İş hayatı ve hemen ardından gelen evlilik ise çok daha farklı dünyalara girmemi ve "sabun köpüğü dünyaları" tanımamı sağladı . Hiçbir şey öğrendiğim dünyaya benzemiyordu . Suni olan birşeyler vardı yaşadıklarım içinde ama ne idi ? Hergün yeni birşey öğreniyor , insanların sakladıkları yüzünü farkediyor , önceleri şaşırıyor ama sonra alışıyordum . Halbuki çocukken ne güzel bir kural vardı . Eğer birisi ile klavga eder ya da küsersek , onun arkasından konuşmak en doğal hakkımızdı . Çünkü bilirdik ki ; o artık bizim arkadaşımız değil , bizi üzdü , kırdı ve arkasından konuşmamızı haketti . Hem bir daha yüzüne de bakmazdık ki , biterdi bizim için ama gün gelirde barışacak olursak da , tüm bunlar unutulurdu . Fakat benim girdiğim dünyada bu kural yoktu , kural şu idi : Bir kişi ile küsmeden ya da onu hayatından çıkartmadan da arkasından konuşabilirdin hatta ve hatta o zat yanına geldiğinde hiçbir şey olmamış gibi maskeni yüzüne takıp "canım , balım" olurdun . Farklı ve basit bir kuraldı , uyması da çok ama çok kolaydı . Sanırım bu kolaylığı yüzünden çok kişi eski öğretiilen kuralı unutup bunu kabullendi . Dedim ya işte , "sabun köpüğü" bir diyara girdim . Herşey suni , an'lık ve güvensiz bu alemde .
Ayrılıklar da tattım elbette , çok acı gidişler yaşadım . Mekanikleşen yaşamımda , çok yıpratmadı bu gidişler beni çünkü umursamıyordum çünkü duyarsızlaşmıştım çünkü olgunlaşmıştım!!!
İşe gömülmüşlüğümün ardında , hayatımdan kayıp gidenleri izlerken , ayrı bir hüzün çöküyordu içime . Kaybettiklerim kazandıklarımla boyölçüşemeyecek kadar büyüktü , biliyorum . Ailemi , gerçek dostlarımı , varlığı ile mutlu olduğum eşimi , büyümekte olan çocuğumun bensiz büyürken geçirdiği o sihirli saatleri ve insanlığımı kaybetmiş , onun yerine sürekli çalışan , hiçbir şeyi önemsemeyen , gezen , dolaşan , kendini! yaşayan bir kadını kazanmıştım!! .
Ama tüm bunlar , şu an adını dahi anımsamadığım ilk aşkımın canımı acıttığı kadar acıtmıyordu beni . Garip değil mi? Hem de çok garip ... Önemi bile olmayan bir konu için kendini paralayan genç bir kız , sahip olduğu en güzel hazineleri kaybetmesine rağmen umursamayan bir kadına dönüşmüştü .
Ne idi peki bu değişim ? Neler olmuştu bana? Çok mu zorladı acaba hayat beni , çok mu üstüme geldi ?
Hani bir hikaye vardı , hepiniz bilirsiniz : " bir krallık varmış , bu krallıkta hergün eköeğe , una suya velhasıl herşeye zam yaparlarmış ama halk gık demeden çalışır , kendi yağı ile kavrulmaya çalışırmış . Kral her zam oluşundan sonra halkın arasına karışır ve insanların ne halde olduğunu , neler konuştuğunu öğrenmeye çalışırmış. İnsanların isyan etmediğini gördükçe de biraz daha yüklenirmiş . Bir gün yine veziri ile beraber yine bir zam sonrasında halkın arasında geziyormuş ki , bir de bakmış insanlar sebepsiz yere gülüyorlar . Hepsinin yüzünde tuhaf bir gülümseme , tuhaf tuhaf bakıyorlar . Bunun üzerine kral demiş ki artık zam yapmayalım , bunlar sebepsiz yere gülmeye başlamışlar , bu hayra alamet değil"
Bunu anlatmamın sebebi şu ; artık ben de gerçekten yaşadıklarıma ve kayıplarıma sadece gülmeye başladım . Ya hüznü sevmeye ya da delirmeye başladım ...
Sadece kurgudur :Entusiasmado: delirmedim henüz :Seguridad: