I.I Orta Asya Türk Toplulukları Arasında İlk Kabul Gören Sünni İslamlık Değildi
Devlet tarihi Türklerin İslamiyete girişini, Ebu'l Fazl Muhammed'in 1282 yıllarında Kaşgar'da yazmış olduğu Mülhakatu eş-şurah ve Musullu İbn el-Athir'in (İbn ül-Esir olarak bilinir, ö.1234) Kâmil fi Tarih adlı yapıtlarında anlatılanlara dayanılarak, Karahanlılar devletini kuran Satuk Buğra Kara Han'ın 10.yüzyılın ortalarında (955-960) 200 bin çadırlık halkıyla yeni dini kabul edişine bağlamaktadır. Bu bilgilerin birer menkıbeden öteye gitmediklerini burjuva tarihçileri de ileri sürdükleri halde (R.Rahmi Arat, Kutadgu Bilig I, Ankara-1979 2.baskı, s.IX), iddia adeta kesinlik kazanmıştır. Gerçekte bu, Karahanlı sülalesinin Sünni İslama geçişini iddia etmekten başka bir şey değildir.
Oysa, Hazar'ın güneyinde ve Orta Asya'da yaşayan çok çeşitli Türk boylarının İslamiyetle ilk ilişkileri ve onu benimsemeye başlamaları, çok daha öncedir. Muhammed peygamberin ölümünün üzerinden daha yüzyıl geçmeden dine farklı yorumlar getiren ilk mutasavvıflar ve yandaşları ile, doğrucası heterodoks İslamiyetle (Sünni İslama aykırı olan, ortodoks olmayan İslamiyetle) olmuştur. Diğer bir deyişle Ali-Ehlibeyt inançlı İslamiyet bu halkları kendine bağlamıştır.
Bu dönemler, Emevi (Umeyyed) halifelerinin topraklarında Türklerin mevali (köle, yabancı, müşteri) diye aşağılanan topluluklardan öte fazla önemsenmediği dönemlerdir. Ancak, tarihçi Yakut'a bakılacak olursa, Emevi halifesi Hişam'dan (722-743) beri Orta Asya'daki Türkler arasına, onları Sünni İslama davet etmek üzere - kimlikleri bilinmeyen - misyoner elçiler gönderilmeye başlanmıştır. Fransız tarihçisi Jean-Paul Roux şöyle değerlendiriyor:
``İslamiyeti Türkler arasına asıl götürüp yayanlar; uçsuz bucaksız Asya steplerinde dolaşan gezginci mutasavvıflar ve yüklerinin içinde Kur'an mushafları taşıyan tüccarlardır. Bu tüccarlar Hicret'in ilk yüzyıllarında en önemli din yayıcılarıydı. Dünyanın en güçlü ekonomik acentaları ve yüksek uygarlığın temsilcileri olmanın prestiji içinde oralara sokulmuşlardı.'' (Jean-Paul Roux, Histoire des Turcs et des Mongols (Türklerin ve Mogolların Dini), Paris, 1984, s.138-140)
Roux, gezginci sufilerin betimlemelerine geçerek, gerek tacirlerin ve gerekse sufilerin etkinlikleri ve yöntemleri konusunda geniş ayrıntılar da veriyor. Bizi en fazla ilgilendiren yargısı şudur:
``(...) Aydınlık kafalı bu varlıksız sefiller, canlı bir inanç e tanrı sevgisiyle hareket eden yüksek ruhlu insanlardı ve yeterince muhalif, aykırı bir gurup oluşturuyorlardı. Kuşkusuz bunların (sufilerin - İ.K.) anlattıkları, kent din bilginlerinin yabancıları İslama davet ederken sundukları bilgileri destekleyici teorik katılıkta değildi.'' (Jean-Paul Roux, agy, s.39,40)
Bunlar doğrudur ama yeterli ve açık değildir. Karahanlılar Sünni İslamlığı kabul edinceye kadar İslamiyet, Hazar denizinin batı ve güneyindeki ülkelerden ve Horasan'dan tutunuz, Aral'ı aşıp Baykal gölüne, Çin sınırlarına değin, dağınık durumda yaşayan Türk toplulukları arasında `
Onlarda biri savçı urğı turur
4337 Bularnı ağır tutsa kut kıv bulur
Bularnı katığ sev köngülde berü
4338 Nengin edkülük kıl baka tur körü
Bular ehl-i beyt ol habibka kadaş
4339 Habib savcı hakkı üçün sev adaş
Bu beyitler günün Türkçesinde şöyle anlamlandırılabilir:
``Onlardan (Alevilerden) biri elçi yaptırılsa ve bunlar ağırlansa, devlet mutluluk bulur
``Bunları (Alevileri) kuvvetle sev; sevgin gönülden gelsin. Dur bak, gör ve herşey için iyilik et
``Bunlar Ehlibeyt'tendir ve peygamber ile kardaş, sevgili peygamber hakkı için (Alevileri) sev arkadaş''
Büyük mutasavvıf Hallacı Mansur'un (857-922) çağdaşı Tabari'ye göre Orta Asya'daki Türkler heterodoks (aykırı) inançlarla, bir Harici olan Haris bin Süreyc'in kaldırdığı peygamber sancağı çevresinde toplanan Da'iflerin (ezilmiş, zayıf halk) başkaldırısı sırasında (735-745) temasa geldiler. Horasan'da başlayan bu başkaldırı, Emevi yönetiminin yerel renslerin işbirliğiyle bölge halkını sömürmesine karşıydı. Ayaklanmanın bastırılmasıyla Haris bin Süreyç, yanındakileriyle birlikte Toharistan ve Transoksian'ın Müslüman olmayan Türkler tarafından tutulan bölgelerine sığındı. (Tabari, Tarih u Rüsul wa'l mulük, Leiden-1879/81 den aktaran E.Esin, Turcica XVII, 1985, s.8)
Emevi İslam imparatorluğunun fetihçi ve yayılmacı siyaseti, Mezopotamya'dan Orta Asya'ya değin işgal ettiği ülkelerin halklarını köleleştirme ve topraklarını, zenginliklerini sömürme üzerine kurulmuştu. Onların İslam dinine sokulmaları da bu hakimiyetin zorgücüyle olacaktı. Mensup oldukları dinin peygamberinin soyundan gelenlere ve yandaşlarına küfretmek, zulüm ve askı altında tutmak, ilk fırsatta ortadan kaldırmak ise, bu devletin iç siyasetini oluşturmaktaydı.
Emevilerin Horasan valisi Kuteybe'nin komutası altındaki Arap kuvvetleri, ``mücahitlere has İlahi kelimetullah azim ve hamlesi ile, Türk hakimiyeti altında olan ve bölünerek zayıf düşmüş Fars ve Türk sekene üzerinde zaferler kazanarak Amu Derya ve Siri Derya çevresinde ilerlediler. 713'de Kül Tegin'i Semerkand çevresinde geri çekilmeğe icbar etti. Kuteybe'nin başarılarını, Batı Türklerinin (Türgişler) kahramanca saldırışları geçici olarak hiçe indirdi''. (Prof.Dr. Laszlo Rasonyi, Tarihte Türkler, Ankara, 1971, s.159) Emeviler, bunun üzerine değişik bir yöntemi uygulamış ve bölge feodallarından, prenslerden işbirlikçi kazanma yoluna başvurmuşlardır.
Bu konuda Paul du Breuil'in bir saptamasını özetleyerek, Emevi Sünni İslamın yeni siyaseti nasıl uyguladığını görelim. Amaç mevali (köle, yabancı) diye adlandırılan halkların topraklarını işgal etmek ve bu sayede Şam'daki (daha sonra Bağdad'daki Abbasi siyaseti de değişmiyor) halife saraylarının ihtişamını artırmak için para sağlamaktı.
``Araplar cizye (baş vergisi) adı verdikleri aracı kullanarak Müslüman olmayanları serbest bırakma yoluna gittiler. Böylece Yahudi ve Hrıstiyanlar gibi Zerdüşt dinindekiler de kendi kültürel kimliklerini koruyacaklardı. Ancak verginin ödenmesi sürekliydi. Bu nedenle Zerdüşt inançlı orta toprak sahibi köylülerin (Dehakin) pek çoğu, arazi vergilerine eklenen cizye ve faizleri yüzünden ya da bu aşağılayıcı baş vergisinden kaçınmak için din değiştirip Müslüman oldular. Ancak yedi İranlı büyük aile, yüksek memurlar, rahip ve askerler cizyeden muaf tutulmuşlardı. Dağlı nüfus ve Horasan halkının sık sık çıkardığı isyanlar birlikte bastırılmıştır.'' (Paul du Breuil, Le Zoroastrisme (Zerdüştlük), Paris, 1982, s.94-95)
Görüldüğü gibi büyük toprak sahibi ailelere, yerli dinin rahiplerine ve askerlere ayrıcalıklı davranılmış, İslama davet sözkonusu bile edilmemiştir. Yerli halkı yönetmek için onlarla işbirliği yapılmış, Roma imparatorluk döneminin ``yerli prens ve kralların işbirliğinde merkeze uzak eyaletleri yönetme'' siyaseti uygulanmıştır. Böylece farklı inanç ve etnik kökenli toplumlar, iki yanlı baskı altında bırakılmıştır. Yeteri kadar toprağı olan orta köylüler (dehakin), cizyeden kurtulmak için zorunlu din değiştirip İslama geçmişler. Bu iki kesim de işgalci Araplarla ortaklaşa, diğer insanlar ve konar-göçer topluluklar üzerinde baskılarını sürdürmüş, onların sürülerine, yaylak ve otlaklarıyla yurtlarına, canlarına ve mallarına acımasızca el koymuşlardır.
İşte Azerbaycan, Hazar'ın güneyindeki ülkeler, Horasan ve Orta Asya'da verilmekte olan bu toplumsal yaşam mücadeleleri içerisine, Emevi Sünni İslamlığın karşısındaki Ehlibeyt-Ali inancı, önder ve yandaşlarıyla girip, Türk topluluklarıyla (genelde yerli halklarla) bütünleşmiş ve bunlar kavgalarını birlikte vermişlerdir. Bu bölgelerde yaşayan halkların sosyal mücadele bileşkesinde ilk buluşan, Ehlibeyt-Ali soyundan 4. İmam Zeynelabidin'in oğullarından Zeyd, oğlu Yahya ve torunları olmuştur.
I.II İmam Zeynelabidin oğlu Zeyd ve Torunu Yahya'nın Mücadeleleri
İmam Zeyd'in fıkıh bilgini olduğunu görmekteyiz. Kendisi Mutezile öğretisinin kurucusu Wasil bin Ata el-Gazzal'ın (669-743) öğrencisi olmuştu. Ancak onun siyasi yönden Harici görüşü desteklemesine, atası Ali'nin ``bazı bakımlardan haksızlıkları olduğu'' düşüncesine karşı çıkmıştır. Zeyd, ilk iki halifeyi kabul etmekle birlikte, Ali'nin onlardan her bakımdan üstünlüğüne toz kondurmamıştır.
Fıkıh anlayışı ve felsefesini sistemleştirdiği Zeydilik'in kurucusu olan Zeyd, diğer birçok bakımlardan Mutezile'nin ortaya attığı us ilkelerine (örneğin Kuran' ın yaratılmış, yani yazılmış olduğu düşüncesine) dayanmıştı. Hatta (onun gerçek mamlığına ve başkaldırı hareketine zarar verecek olan) siyasi yönden Ebubekir ve Ömer'in halifeliği zorla ele geçirmediği, gaspçı olmadığı düşüncesi de aynı öğretiden kaynaklanıyordu. (bkz. Al-Shahrastani, Kitab al-Milal, çev. Jean-Claud Vadet, Les Dissidences de l'Islam, (İslam'da aykırı-isyancı düşünce ve hareketler), Paris, 1984, s.270-278)
Zeynelabidin oğlu Zeyd'in Emevilere karşı ayaklanma eylemini, İslam tarihçisi Julius Wellhausen'in Kâmil, Egani, Vakıdi ve Ebu Mihnef gibi eski Arap tarih yazarlarından kaynaklanarak verdiği açıklamalardan özetlemek istiyoruz. Konunun derli toplu verilmiş olması ilgimizi çekmiştir. Yoksa kullanılan dil, Emevi yandaşı Arap yazarlarınınkini aynen yansıtmaktadır. Ama çok büyük olasılıkla bu üslup, kitabı Türkçeye çevirenin aşırı Sünni İslamcılığından gelmektedir. Şu anlatıma bakınız:
``Gerçek peygamber evladı, Ali'nin Fatima'dan gelen nesli, İslamiyetin emekli aristokratlarının şehri olan Medine'de yaşıyorlardı. Bunlar oradaki bozulmakta olan sosyetenin en gözde ve en popülerleriydi. Emeviler bunları uslu uslu oturdukları takdirde şımartıyorlardı. Ali oğullarına herkes kızını seve seve veriyor ve onlar da kutsal kanı üretmek fırsatını güzelce kullanıyorlardı. Bunlar, bu dindar, şarap ve muganniyeler (şarkıcı kadınlar) şehrinde keyif sürmekteydiler. Devlet üzerindeki iddialarından filvaki vazgeçmiş değillerdi. Aralarında ehliyetli bir erkek yoktu... Ailenin Hasan ve Hüseyin kolundan, daha genç olan Hüseyin kolu, daha yaşlı olan Hasan hak ve hukukunu ********ce satmış, buna mukabil Hüseyin, hukuku uğruna kanını akıtmış olduğu cihetle ana kol sayılmaktaydı. Hüseyin'in halefi, Kerbela'da hayatı bağışlanmış olup, o zamandan beri ateşten ürken Ali bin Hüseyin (Zeynelabidin) idi. Bunun oğulları arasında Zeyd ve Muhammed (Bakır), sonra da Muhammed'in oğlu Cafer temayüz ettiler.'' (Julius Welhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Ankara, 1989, s.156-157)
Arap tarihçileri, Zeynelabidin oğlu Zeyd'in, taraftarlarıyla başkaldırdığı Irak'taki Kûfe kentine gelişini, İmam Hasan ve Hüseyin kolundan gelenlerin anlaşmazlığa düştükleri bir miras işine bağlamaktadır. 717'de tahta çıktığında Emevi halifelerinden Mervan'ın torunu 2.Ömer'in ilk yaptığı iş, Muaviye'nin koymuş olduğu ``cuma günleri hutbelerde Ali'ye lanet edilmesi'' geleneğini kaldırması olmuş, arkasından da Fedek Hurmalığı'nı Fatıma'nın soyundan gelenlere geri vermişti. Yine Ommayed (Emevi) oğullarının Ehlibeyt'ten gasbetmiş oldukları herşeyi asıl sahiplerine bıraktı. Onun bu Ehlibeyt yandaşı tutumu, üç yıl sonra zehirletilerek öldürülmesine neden olmuştur. (Bkz. A.Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik , İstanbul, 1987, s.412-413)
İşte bu malların iki kol arasında paylaşılmasında halife Hişam'ın aracılığı(!) söz konusu oluyor. Zeyd, Hüseyin kolu temsilcisi olarak birkaç akrabasıyla halifeye başvuruyor. Ancak Kûfe valisi Yusuf bin Ömer, kendisinden önceki valinin oğlu Yezid'e, zorla, Zeyd'in kendisine çok büyük miktarda borcu olduğunu söyletiyor ve bu da Hişam'a duyurulduğundan, Zeyd ve akrabaları, halife tarafından sorguya çekiliyorlar ve alacaklı ile yüzleştirilmek üzere Kûfe'ye gitmek zorunda bırakılıyorlar. Bu olayın sonunda, her ne sebepten gelmiş olursa olsun Zeyd Medine'ye dönmüyor ve izini kaybettirerek Kûfe'de alıyor. Sakinlerinin büyük çoğunluğu Ehlibeyt-Ali yandaşı olan bu kentte ürekli yer değiştirerek kalan, iki ailenin kızıyla da evlenmiş bulunan Zeyd, Emevi halifesine karşı büyük bir başkaldırı hazırlıkları içindeydi. Bunu gizli yürütüyordu. Halife'nin güvendiği Suriyeli askerlerin, değil Kûfe'nin çıkarabileceği yüzbin savaşçıya, kendisini destekleyecek olan sadece Mezhic, Hemdan, Bekr ya da Temim kabilesine bile dayanamayacağına inandırılmıştı.
Zeyd Kûfe'de kaldığı bir yıla yakın zaman içinde Musul ve Basra'da da propaganda yaptırdı. Kûfe'de Zeyd'in ordu listesine tam 15 bin kişi kaydolmuştu. Zeyd, iktidarı ele geçirdiğinde, kuracağı yönetimin esaslarını özetle şöyle belirlemişti:
1. Adil olmayan iktidar sahipleri savaşılarak alaşağı edilecek.
2. Kuran ve Muhammed'in buyrukları aynen uygulanacak.
3. Önce ezilmekte olan zayıflar korumaya alınacak.
4. Devlet kapısında alışanların aylıkları ve ellerinden varlıkları orla alınmış olanların malları, paraları verilecek.
5. Devlet gelirleri hakkı olanlar arasında eşit ölçüde dağıtılacak.
6. Gadre uğrayanların zararları telafi edilecek.
7. Uzak seferlere gönderilenler şehirlerine geri çağrılacak.
8. Peygamber ailesi, kendilerine haksızlık eden ve karşılarında bulunan herkese karşı korunacak.
Biat ederek Zeyd bin Ali'ye katılanlar, bu ilkeleri içeren bir çeşit biat belgesi imzalıyorlardı. Ancak Kûfeli Şiilerden bazıları bunları yeterli bulmamış ve Zeyd'in özellikle Ebubekir ile Ömer'i meşru halife kabul etmesini eleştirmişlerdi. İyi bir örgütçü olduğu anlaşılan Zeyd'in, Haricileri de saflarına çekmek için kullandığı bu siyaset iyi anlaşılmadığından, Emevileri de lanetlemeyince, bunlar, karşı propagandasını yaparak onu terkettiler; kendilerine Rafıza (ayrı yola gidenler, terkedenler) denildi. (Bkz. Julius Wellhausen, agy, s.167-8)
Zeyd'in bu eleştirilen tutumu, Mutezile öğretisinden, yani Wasil bin Ata'nın öğrencisi olmasından kaynaklanıyordu. Şehristani'nin anlattığına göre; ayrıca kardeşi Muhammed Bakır'la da bu konuda tartışmaları olmuştur. Bir gün Muhammed Bakır tartışmayı şu sözlerle bitirmiş:
``Senin bu öğretiyi harfi harfine izlemen için, öz babanın asla İmam olmadığına karar vermen gerekiyor. Zira o hiçbir zaman isyan etmediği halde, iktidarı alma iddiasını hiç de elden bırakmadı, düşüncelerini senden daha az yaymadı.'' (al-Shahristani, Kitab al-Milal, s.271) Gerek Muhammed Bakır ve gerekse Altıncı İmam Caferi Sadık, zamanın İslam bilginlerinden ve birer mutasavvıf idiler. Siyasi tutkuları yoktu ve bu mücadeleye girmediler. Kendilerini imam kabul eden, peşlerindeki geniş Rafızi kitlelerle (Zeyd'den ayrılanlar) siyaset yönünde ilgilenmediler.
Kûfe valisi Yusuf bin Ömer kentin dışında, Hire'de durmaktaydı. Zeyd'in çok gizli yürüttüğü etkinliklerini, ele geçirdiği iki kişiden tam ve kesin olarak, öğrenmeyi başararak geniş tutuklamalar yaptı. Bu arada, Zeyd'in tutuklamalar yüzünden ayaklanma tarihini öne almayı (6 Ocak 740) kararlaştırdığını bile öğrendi. Bu tarihten bir gün önce bütün Kûfeliler mescide çağrılıp, az sayıda Suriyeli askerle burada gözaltına alındılar.
Anlatıldığına göre, gece sabaha karşı, şiddetli soğuğa rağmen Zeyd, yanındaki 218 kişilik kuvvetle mescide saldırıp Kûfelileri kurtarma girişiminde bulundu. Ancak adamlar korku ve umutsuzluktan kapatıldıkları yerden çıkıp da Zeyd'e katılmak istemediler. Zeyd, buna rağmen Hire'den üzerine gönderilen 2000 kişilik Suriyeli savaşçı birliğini gündüz bozguna uğrattı. Ancak ertesi gün kendisine katılanların azlığı ve Rafiza'nın yanında yer almaması yüzünden Zeyd'in direnişi kırıldı. Özellikle akşama doğru Halife'nin kuvvetleri Kikanlı ve Buharalı 300 okçu ile takviye edilince, Kûfelilerin küçük birliği büyük kayıplar verdi. Sokak savaşları yaparak karanlıkta evlere dağıldılar. Zeyd bir okla yaralandı ve o gece sığındığı evde, ok çıkarılırken öldü. Bir kanalın suyu boşaltılarak, kanal yatağına gömülüp sonra su tekrar kanala çevrilerek mezarı gizlendiyse de, ihbarla gömüldüğü yer öğrenilip, cesedi buradan çıkarıldı. Başı kesilip önce Şam'a, oradan da Medine'ye gönderildi. Başsız cesedi Kûfe'de çarmıha gerildi ve Hişam'ın ölümüne kadar, beş ay boyunca orada asılı kaldı. (Bkz. Ebu Mihnef'ten aktaran Julius Wellhausen, agy, s.159-160; A. Gölpınarlı, agy, s.413-414; İ.Zeki Eyüboğlu, Tarikatlar Mezhepler Tarihi, İstanbul, l987, s.439)
Şafi mezhebinden olan Muhammed bin Abdul Kerim el-Şehristani'nin, 1116 yılında yazmış olduğu Kitab el-Milal'de, Zeyd'in öldürülmesinden sonra olup bitenler hakkında verilen bilgiler aynen şöyledir:
``Zeyd'in oğlu Yahya, babası öldürülünce imam adayı olarak ortaya çıktı ve Horasan'a gitti. Orada çok sayıda yandaş buldu. İsyana girişmesini istemeyen amca oğlu Caferi Sadık'ın vaktiyle ona söylemiş olduğu `babası gibi öldürülüp, çarmıha gerileceği' kehaneti aynısıyla gerçekleşti.
``Ondan sonra Muhammed ve İbrahim imamlık iddialarıyla ortaya çıktılar. İki kardeşten Muhammed Medine'de ayaklanırken, İbrahim Basra'daki partizanların başına geçti. Hesaplaşma sonunda iki kardeş birbiri ardından perişan edildiler. Bu sıralarda yine Caferi Sadık gelecekte neler olup biteceğine ilişkin görüşlerini şöyle açığa vurmuştu: `Umeyyed oğullarının (Emevilerin) mağrur durumu, zavallı ölümlüler(insanlar) karşısında bütün korkunçluğuyla dikilmiş bulunuyor. Eğer dağlar bu mağrur halleriyle rekabete kalkışsa, üste çıkamazlar. Peygamberin soyundan gelmiş olan (Ehlibeyt'ten) herkes için, Emeviler, kalblerinin derinliklerinde nefret doludurlar. Peygamber soyundan hiç kimse, Tanrı onların hanedan iktidarlarının kaybolmasına izin vermeden önce, en küçük bir ayaklanmaya girişmeyecek.'
``Zeyd, Hişam'ın emriyle Kûfe şehri meydanında asıldı. Oğlu Yahya yine onun valisinin emriyle Horasan eyaletinde Cüzcan'da aynı biçimde cezalandırıldı. İmam Muhammed Medine'de, kardeşi İbrahim Basra'da, İsa bin Mahan tarafından öldürüldü. Bu son iki olayda buyruk Halife el-Mansur'dan (754-775) gelmişti.
``Zeyd'in öğretisini takip eden Zeydiler üç ayrı kola ayrıldılar: Jarudiye, Süleymaniye ve Butriyye. Son ikisi Salihiyye ile öğreti olarak birlik idiler.''(Al-Shahrastani, agy, s.272)
Zeyd oğlu Yahya hakkında başka yazarlar da ayrıntılar geçmektedir. Bir görüşe göre Yahya, Kerbela yakınındaki Ninive'de Beşr bin Abdülmelik adında Emevi Arabın azatlısının evinde saklanmış, buradan Horasan'a kaçıp, Hişam'ın ölümüne kadar Belh'de bir Arab soylusunun yanında kalmıştır. Yahya sonradan gammazlanarak yönetime teslim edildiyse de Halife Üçüncü Velid onu serbest bırakmıştır. (Emevi halifelerini temize çıkarma gayreti - İ.K. ). Yahya, bölge valisi Nasr bin Sayyar tarafından bir yerden öbürüne sürülmüş ve en sonunda bölgenin batı sınır kenti Beyhak'a gitmiş.
Yahya daha ilerleyerek, babası Zeyd'i ortadan kaldırtan vali Yusuf bin Ömer'in eline düşmek istemiyordu. Bu nedenle doğuya geri döndü, Nasr'ın memurlarının doğuya geçişine engel olma buyruğunu almış olmalarına rağmen, 70 adamıyla Herat'a ulaştı. Buradan da Cüzcan'a doğru yola çıktı. Nasr bin Sayyar'ın arkasından gönderdiği birlik tarafından yakalandı. Bölgenin başkenti Anbar kenti yakınında, çarpışmada öldürüldü. Halife'nin emri üzerine vücudu yakılarak külleri suya atıldı. (Bkz. Yakut I, s.370 ve Ebu Mihnef, Tab. 2, s.1770-74, aktaran Julius Wellhausen, agy, s.160-161)
Yahya'ya `
İmam Hüseyin ve yetmiş yakını, kendilerini davet etmiş olan Kûfelilerin ihaneti yüzünden Yezit ordusunun tuzağına düşürülmüştü. Yahya'nın babası Zeyd de, aynı şekilde (yukarıda açıklandığı gibi) kendisine 15 bin kişilik biat listesi sunan Kûfe'lilerin ihanetine uğramış ve onların aşırı korkaklığı nedeniyle yalnız kalmıştır.
Yahya (Ö.743) üç yıl boyunca Kûfe'den Belh'e, Orta Asya'ya ulaşan çok geniş bir alanda, Emevilere karşı, çoğunlukla Arap olmayan halklarla birlikte mücadele vermiştir. Ehlibeyt inancı çerçevesinde İslamiyeti kabullenmiş ve eski dinlerindeki bir dizi ögeyi de taşıyarak Alici olmuş Toharistan, Kûhistan, Tabaristan ve Horasan' daki Pers ve Türk topluluklarının büyük bir kısmını, Yahya ile birlikte, yayılmacı ve baskıcı Emevilere karşı mücadelenin içinde görüyoruz. Hatta 735'lerden beri bu bölgelerde Emevi valilere karşı yerlilerle birleşip isyan bayrağını dalgalandıranların arasında bir mutezile olan Haris bin Sureyç ve özellikle oğlu da vardır. Bu bölgelerde yayılan İslamlığın Sünni şeriatı olmadığını bizzat Al-Shahrastani (agy, s.272) söylemektedir.
Tabari'ye göre başının kesilip Şam'a gönderilmesinden sonra Yahya'nın vücudu Cüzcan'da surlar üzerinde çarmıha gerildi. Bu eyalette, 737 yıllarında Toharistan'daki Yabgu Türklerine bağlı çok sayıda Karluk ve Hallaç Türk toplulukları ve Persler yaşamaktaydı. Yahya'nın mücadele içinde şehit oluşuna tanık olan bunlar, bir yıl sonra yükselecek olan Ebu Müslim ayaklanması' nın partizanları oldular. Bu büyük ayaklanma Yahya bin Zeyd'in öcünün alınması için başlatıldı. (Tabari, İbn Rusta ve Minorski'den aktaran E.Esin, agy, s.8-9)
Hossein Sadıki'nin, eski Arab kaynaklarından naklettiğine göre Horasanlılar, Yahya'nın şehit edildiği günü, Emevi baskısından hiç korkmadan, yas günü ilan edip yedi gün boyunca karalara büründüler. O yıl doğan çocuklara Yahya ve Zeyd adları verildi. (G. Hossein Sadıki, Les Mouvements Religieux Iraniens au IIe et IIIe siecle de l'hegire (Hicri 2. ve 3.yüzyıllarda İranlıların dinsel hareketleri, Paris, 1938, s.53)
Zeyd Yahya'nın ortadan kaldırılmasının (743) ertesi yılı, Emevilere karşı son Şii ayaklanmasının lideri Abdullah bin Muaviye'den kısaca sözedelim. (Bu Muaviye oğlu Abdullah'ın ilk Emevi halifesi Muaviye (661-680) ile yakınlığı yoktur. İmam Ali'nin kardeşi Cafer'in torununun oğludur. Ancak kutsal aileden, Ehlibeyt'ten sayılmaz. Zeyd gibi, ailesiyle ilgili ekonomik nedenlerle Kûfe'ye gelip yerleşmek durumunda kalmıştır.)
Emevilerin son hanedanları arasındaki saltanat kavgalarını fırsat bilen Kûfeli Şiiler Abdullah bin Muaviye'yi başlarına geçirip Kûfe devlet sarayına götürerek, ona biat ettiler. Sonra, onun buyruğu altında, 740'daki Zeyd ayaklanmasını kanlı biçimde bastırmış olan Emevi valisi İbn Ömer'in Hire'deki Suriyeli kuvvetlerinin üstüne yürüdüler (Ekim-Kasım 744). Ancak çarpışmalar başlayınca, Kûfeli Şiiler yine dönekliklerini gösterip, kaçtılar. Sadece Rebia kabilesiyle Zeydiye fırkası mensupları kahramanca savaştı. Bağışlanmaları ve Abdullah bin Muaviye'nin serbestçe çıkıp gitmesine izin verilmesi koşuluyla mücadeleyi bıraktılar. (Tabari'den aktaran J. Wellhausen, agy, s.161-162)
Buradan İran'a geçen Abdullah, önce Isfahan'a yerleşti. Ertesi yıl İstahr'a giderek, burada oldukça geniş bir bölgede egemenlik kurdu. Çevresinde çok renkli ve karışık topluluklar bulunuyordu. Abdullah Mervan'la girdiği savaşı kaybetti ve 747 yılı sonlarında Kirman ve Sicistan üzerinden Ebu Müslim'e katılmaya gittiyse de onun buyruğuyla yakalanıp öldürüldü. (Tabari ve İbn ül-Esir'den nakleden J. Wellhausen, agy, s.162)
J.Wellhausen, çok renkli bir kişiliği olan Abdullah bin Muaviye hakkında Egani'den kaynaklanan şu ilginç bilgileri geçmektedir:
``Abdullah ibn Muaviye açık elli, zeki, şiire yetenekli ve fakat aynı zamanda hayasız ve hür fikirli bir kimseydi. Etrafına, birisi sonradan `ba'sü badelmevt'i (ölümden sonra dirilme) inkâr edip, insanların otlar gibi olduğunu iddia ettiği için daha sonra idam edilen, sapıklar toplanmıştı.''
Bu suçlayıcı, kötüleyici cümleler Abdullah bin Muaviye'nin konumunu ortaya koymakta, Emevi-Sünni şeriatının tam karşısında olduğunu göstermektedir. Alman İslam tarihçisi J.Wellhausen'nin dönemi çok yerinde yorumlayan birkaç cümlesiyle konuyu bağlayalım: ``Emevi hakimiyetinin bu son devrinde sınırlar birbiri içinde erimişti. Birbirinden çok farklı güçler sallanan devlete karşı yapılan mücadelede birbirlerine yardımcı oluyorlardı; Şiiler ve Hariciler aynı bayrak altında savaşıyorlardı.'' (J. Wellhausen, agy, s.162-163)
I.III Zeyd, Zeyd Soyundan Gelenler Ve Anadolu Aleviliğinin İlk Öncüleri
Bu arada, 4.İmam Zeynelabidin'nin oğlu Zeyd ve soyu üzerinde yeni ortaya çıkan bilgilerden özetler vermek ve Zeyd'in soyunun Anadolu'daki uzantıları konusunda burada kısa bir tartışma yapmak gereğini duyuyoruz.
Isparta-Senirkent Uluğbey kasabasında mezarı bulunan Veli Baba tarafından 1640'larda Arapça yazılıp, 1890 yıllarında Türkçeleştirilmiş Menakıbname'de, soyundan geldikleri Zeynelabidin oğlu Zeyd hakkında ayrıntılı bilgilere rastlıyoruz:
``İmam Zeyn-el-Abidin Efendimizin şehadetinden (713 - İ.K.) sonra Kûfe'de sakin olurdu (otururdu) ki Kûfe Şiileri onun katına gelüp iğvalar idüp (tahriklerle yoldan çıkartıp) da'va-yı Hilafet ittirdiler. Anın üzerine biat ittiler ki `Dostuna dost, düşmanına düşman olalar'. Ve önünde kılıç urup anı halife kıldılar. Bu tedbir üzerine tamam bir yıl geçti. Bu bi'atlerini ve bu mukavelelerini Yusuf bin Amru'ya (Umar, Ömer- İ.K.) haber virdiler. Ol dahi Zeyd R.A.'a adem gönderdi. `Kûfe'de durmasın çıksın'didi.'' (Veli Baba Menakıbnamesi, Haz. Doç.Dr.Bedri Noyan, İstanbul-1993, s.134)
Zeyd hasta olduğu ve iyileşince gideceğini bildirir. Yusuf bin Ömar bir süre bekler. Ancak Kûfe'deki taraftarları ona `
Zeyd bunun üzerine Medine'deki akrabalarının yanına gitmeyi düşünürken, Yusuf bin Ömer `
``Ya ibn-i (oğlu) Resulallah, sen bu Kûfe halkının yalanlarına inanma ve sözlerine bakıp ta aldanma. Var, Medine'ye kendi kavim ve kabilen yanlarına git. Zira ben korkarım ki bu kavim sana dahi vefa itmeyeler. Ve bilürsin ki ceddin İmam Ali Sıffıyn'de Mu'aviye ile muharebe itti. Mu'aviye mağlub olduğu günü Amrü-bnil- As'ın hilesiyle Kur'an-ı Azim-üş-Şan'ı mızraklar başına diktürüb `ey kavim biz sizi bu Kelamullah'a davet ediyoruz, bırakın kırmayın bizi' deyü feryatları üzerine ceddin Hz Ali, `Kelamullah-ı natık benim, anların işi hiledir, urun bakayım' diye emir verdiyse de emrine inkiyad ve kendusine ita'atten huruç ettiler. Eğer bu anda ateş-i harbi kestirmez isen seni katlideriz veya düşmana teslim ideruz deyu Mu'aviye'nin üç buçuk kuruşuna aldanup yirmibin havaric-i Küfi (Kûfeli Hariciler) üzerine hücum ittiler...'' (Veli Baba Menakıbnamesi, s.135)
``Ve yine bilürsin ki ceddiniz İmam Hüseyin bin Ali'ye neler ittiler. Ana dahi bin yeminler ve nice sözler ile kırkbin kişiyiz, sana tabiyiz deyu mühür basup Müslüm ibn-i Akıyl vasıtası ile Medine-i Münevvere'ye gönderdiler. Ve Şah-ı Şehid'i Irak'a davet idüp, badehu Müslüm ibn-i Akıyl'i ve iki dane tıfl-i nevrestenini (iki yeni yetişen çocuk) şehid eyledikten sonra ceddiniz İmam Hüseyin Müslüm'ün göndermiş olduğu üzerine, arsa-i Kerbela'ya teşrif ettiklerinde bu kavm-i Yezid aleyh-il-la'nenin hakimi olan Zeyyad'ın ve ser'askeri bulunan Said bin Vakkas'ın ve ümerasından Şimr-i Z-ül-cevşen kafirin arkasına düşdüler, gidip Kerbela'da Fırat'ın suyunu kestiler. Bunlardan vefa gelmez...'' (agy, s.137)
I.III.1. İmam Caferi Sadık devrede
Bu uyarıya rağmen yalvarmalara dayanamayan Zeyd bin Zeynelabidin, hiç değilse Medine'deki akrabalarına danışıp, bir karara varmaları gerektiğinde ısrarlı olur. Ve bir mektup yazarak yeğeni İmam Caferi Sadık'a gönderip, cevabını bekler. Cafer'den gelen mektup olumlu yöndedir:
``Siz bizim büyük ammi zademizsiniz. Bizlerden duadan başka birşey elimizden gelmez. İnşallah muvaffak olursunuz. Ve lüzum tekdirce bu taraftan asker sevketmekte kusur olunmayacağı şüphesizdir.'' (agy, s.137-8)
Yazımızın birinci bölümünde el-Şahristan'a (Kitab al-Milal, s.271 vd.) dayandırılarak anlatıldığı gibi, Zeyd'le gerek büyük kardeşi İmam Muhammed Bakır'ın (ö.733-34) ve gerekse yeğeni İmam Caferi Sadık'ın (ö.765-66) anlaşamadıkları noktalar vardı. Fıkıhçı ve Mutezile olan Zeyd, Ebubekir ile Ömer'in Ali'nin hakkı olan hilafeti gasbettikleri düşüncesini benimsemediğinden, İmam Bakır'la tartışıyordu. Zeyd'in 740'lardaki başkaldırısında, artık yaşamayan İmam Bakır'ın, kardeşinin bu yönünü eleştirmesindeki haklılığı, bunu ilke kabul etmiş olan Şii'lerin (Ali ve Ehlibeyt yandaşları) ikiye ayrılmasında ve dolayısıyla azalmasında görüldü.
Menakıbname'de Zeyd'in, büyük bilgin ve mutasasavvıf olan Caferi Sadık ile, hem başkaldırı eyleminde hem de Ebubekir ve Ömer'e ilişkin düşüncesinde hemfikir olduğunu görüyoruz. Oysa, El-Şehristan'a göre İmam Caferi Sadık, Zeyd'in oğlu Yahya'yı, babasının yaptığı yanlışa düşmemesi ve isyan etmemesi yolunda ikaz etmiştir. Ayrıca onun, Ebu Müslim'in hilafeti kendisine elleriyle teslim etme önerisini kabul etmediği üzerinde de tarihçiler hemfikirdir.
Veli Baba, Zeyd'in ona danıştığı ve Cafer'in de `
Veli Baba'ya göre İmam Caferi Sadık şöyle davranmıştır:
``Ben dahi öyle dirim, deyüp mukaddem (önceki) Zeyd Efendimizin gönderdiği mektubu kendilerine kıraat etti (okudu). Ve `bu mektubu dahi sizin ademleriniz getürdi. Ve bizim ayrımız gayrımız yoktur. İmdi ey müslümanlar Tanrıdan korkun. Eğerçi benim ammim (amca) oğluna (doğrusu öz amcası - İ.K.) biat ittiniz ise vefa idin ki ol bu işe benden herhalde layık ve şayestedir.'' (agy, s.139).
Veli Baba'nın, ceddi Zeyd'in İmam Caferi Sadık ile mektuplaştığı ve onun desteğini aldığına dair bilgileri nereden bulduğunu bilemiyoruz. Ancak anlattığı birçok olaylar ve verdiği tarihler bilinenlerle büyük uyum sağlamaktadır. Belli ki eski İslam tarihyazarlarını okuyup incelemiştir.
Sünni Arap tarihçi ve ozanları ise, çoğunlukla ağız birliği etmişcesine, Caferi Sadık'ın, Zeyd ve oğlu Yahya'nın başkaldırı hareketlerini ve hatta Ebu Müslim'i bile tasvip etmediğini yazmaktadırlar. Bunları ilk yazanların, Emevi ve Abbasi saraylarına yaranmak için onların istediklerini yazdıkları bir gerçektir. Daha sonrakiler de, ilk yazanları yinelemekten öteye gitmemişlerdir.
Bu nedenlerle, çağdaş yazarların, Zeyd için `
Veli Baba da elbet yan tutacaktır. Çünkü soyundan geldiği bir kimseyi, ``ceddini'' anlatıyor. Ancak doğru bildiğini söyleyen Veli Baba'nın kimseye yaranacak hali yoktur. A.Gölpınarlı'nın verdiği bilgiler de (Bkz. Tarih Boyunca İslam Mezhepleri-Şiilik, İstanbul-1987, s.87) onu onaylamaktadır:
``İmamiyye kaynaklarına göre Zeyd bin Ali (Zeynelabidin- İ.K.) İmamet iddiasıyla, yahut Emevi'leri altederse İmamet mak***** gelmek amacıyla harekete geçmemişti. O İmam Caferi Sadık'ın imametine inananlardandı. (Tenkıyh'ul Makaal, s.460-470)''
Hatta Hanefi mezhebinin kurucusu ve İmam-ı Azam diye anılan Ebu Hanife Nu'man bin Sabit (ö.767), Zeyd'in Kûfe'de halife Abdülmelik oğlu Hişam'a başkaldırısını, Muhammed'in Bedir savaşına benzetmiş, fiilen katılmamakla birlikte onu desteklemiştir. A.Gölpınarlı'ya göre onun, ``Zeyd'i, ceddi Hüseyin gibi yalnız bırakıp kaçacaklarını bilseydim ben de Zeyd'e katılırdım'' dediği rivayet edilir. (A.Gölpınarlı, agy, s.205-6)
Böylece Zeyd, yeğeni İmam Caferi Sadık'ın onayını aldıktan sonra Kûfe'de Nasır bin Huseyma'nın evinde kalır. Şiiler gelip orada kendisine biat ederler. Beni Azder kabilesinden Hind bint-is Salt'ın kızı Atike ile evlenir.
Zeyd'in planlı, düşünülmüş ve siyasi önlemler içinde ağır ağır bir ayaklanma eylemine hazırlandığını görüyoruz. Veli Baba'nın şu söyledikleri Zeyd'in asıl politikasını açığa çıkarmaktadır:
``Lakin Efendimiz bir yerde karar idemezdi. Ta Yusuf bin Umar'a duyururlar deyu bazı günlerde Azderi'ler katında, bazı günler Şiiler katında kalırdı. Ve halk gerek Azderiler ve gerek Şiiler'den güruh güruh gelip, bi'at iderlerdi ki Tanrının kitabı ve peygamberin sünneti deyu. Nihayet-il-emir onbeş bin kişi biat etti. Yusuf bin Umar'ın haberi olmadı andan. Sonra Zeyd Efendimiz huruç (ayaklanma) hazırlığı gördü. Kûfe kavminden Süleyman bin Seraka adlı bir kişi gelip, Yusuf bin Umar'a bu kıssayı hikayet eyledi.'' (Veli Baba Menakıbnamesi, s.138).
Zeyd'in politik etkinlikleri oldukça gizli ve akılcı önlemlerle örülüydü. Aynı Kûfelilerin, yaklaşık 70 yıl önce dedesi İmam Hüseyin'e yaptıkları ihaneti unutmamıştı. Kûfeli kabile başkanlarına mektuplar yollarken en gizli yöntemleri uyguluyordu. Veli Baba (agy, s.138-139) yine de bunlardan birinin, Kûfe valisi Yusuf bin Ömer'in adamlarının eline nasıl geçtiğini şöyle hikaye ediyor:
``Efendimiz (Zeyd) tarafından bir adam çıktı. Çağırup yanlarına getürdiler. Ve onu
Kanaatımızca Emevi'lerin siyasetini beğenmeyen Sünni bir topluluk olan Azderi'lerle akrabalık kurması, Zeyd'in Şiilerle bir denge stratejisi uygulama isteğini gösterir. Belki de bu nedenle `Ebubekir ve Ömer'i dışlamama' siyaseti izlemişti. Biraz önce, Kûfeli muhbirlerin Yusuf bin Ömer'e haber yetiştirmeleri, Kûfelilerin mescide sokulması ve bir daha oradan çıkmamaları; Zeyd'e ihanetleri ve Zeyd'in korkunç sonu anlatılmıştı. Veli Baba biraz daha ayrıntılı olarak hemen hemen aynı olayları sergilemektedir. Kûfelilerin korkaklığını ve ihanetini, ayaklanmayı bastırmada Yusuf bin Ömer'ın kullandığı yöntemi özetle şöyle vermektedir:
``Ve çağırıp etti: `Ey Kûfe kavmi benimle bi'at ittiniz. Hakka yardım idiniz.'... İmdi bi'at idenler anın (Zeyd'in) avazını işidirler lakin evlerinden dışarı çıkmazlardı. Ve asker durmayıp cenk iderdi. Yusuf bin Umar çağırup itti: `Her kişi baş getüre veya esir getüre bin dirhem sin (gümüş) viririm. Pes Şamiler (Şamlılar) cenge haris olup başlar getirüp, akça alurlardı. Hem getürdikleri esiri Yusuf bin Umar mecal virmeyüb katliderdi. Ve getürene bin dirhem virirdi.'' (agy, s.140-141).
Zeyd oğlu Yahya'nın eylemi hakkında da epeyce bilgi vermektedir Veli Baba.
Babasının öldürülmesinden sonra Kûfe'den kaçan Yahya, önce Kerbela'da, ondan sonra Medayin kentinde gizlendi. Yusuf bin Ömer'ın adamlarından kurtulmak için `
Yahya başkaldırma hazırlıkları içindeyken, Nasr bin Seyyar, komutanlarından Eslem Bin Ahır'ı üstüne gönderdi. `
Zeyd'in diğer oğullarını ve ölümünden sonrasını Veli Baba şöyle anlatıyor:
``Cedd-i alamız Hz. Zeyd... şehid olduğunda ceddimiz kebir mahdumu (atamız büyük oğul) Hüseyn-i Züd-dem'a ve İsa mü'tem-il- Eşbal ve diğer mahdumu Muhammed Medine-i Münevvere'de olurlardı. Ol vakit ki ceddimiz Zeyd-eş-Şehid'in şehadeti Medine-i- Münevvere'de işittirildi. Caferi Sadık Efendimiz hazretleri bu üç yetimleri bağrına basup nice gün karalar giyüp matem itti. Tamamen sinn-i rüştlerine baliğ oluncaya (erginlik yaşına erişene) kadar pederlerinin yokluğunu bildirmeyüp her hususlarında say-i beliğ idüp (fazlasıyla çaba harcayıp) ve tahsil-i kemallerine kemal (tam) derece itina itti. Kendilerinin pederlerinden ziyade te'ehhül ve tezevvüç (evlenmelerine) itmelerine gayret itmiştir.'' (agy, s.154)
I.III.2. Zeyd'in torunları Anadolu'da
Kırk sekiz yaşlarındayken öldürülen Zeyd'in dört oğlu bir kızı vardı. Kendisinden 2-3 yıl sonra Cüzcan'da idam edilmiş olan Yahya'nın ise çocuğu yoktu. Zeyd'in kızı Cezla küçük yaşta öldü. Zeyd'in Anadolu'da yeşeren soyu, diğer üç oğlundan biri olan Hüseyn-i Züd-dema'dan (gözü yaşlı Hüseyin) ve diğer adıyla Hüseyn-i zül-İbre' den türemiştir. Zeyd oğlu Hüseyin otuz dokuz yaşındayken, 760'lara doğru Medine'de ölür. Hüseyn-i Züd-dema'nın oğlu Yahya'nın Ardeşir' e göç ettiğini görüyoruz. Bunun nedeni Halife el-Mansur'un (754-775) ilk dönemlerinde Zeyd'in kuzenlerinden Abdullah'ın oğulları Muhammed'in Medine'de, İbrahim'in Basra'da peşpeşe başkaldırıları olmalıdır. Halifenin buyruğuyla her ikisi de vali İsa bin Mahan tarafından Medine ve Basra'da idam edilmişlerdi (Al-Şahrastani, Kitab al-Milal, s. 272-273).
Emeviler ve onu izleyen Abbasiler, Ali soyundan ve Ehlibeyt'ten gelenlere baskı, zulüm, hapis ve işkenceyi kendilerine politika edinmişlerdi. Abbasi baskıcı yönetimine karşı Şiileri ve diğer ezilen kesimleri ayaklandırma çabası içinde olduklarından kuşkulanılan Alioğulları, sürekli izlendiklerinden durmadan yer değiştiriyorlardı.
Örneğin İmam Hasan'ın torunlarından Yahya bin Abdullah'ın başına halife Harun el-Reşid (786-809) ödül koymuştu. Yemen, Mısır ve Magrip ülkelerini dolaşan Yahya bin Abdullah, sonunda Irak'dan Rey'e geçmenin bir yolunu bulduysa da orada da duramadı. Horasan'daki halife valisine yakalanma korkusundan, Transoksiana'ya geçip, bir süre bir Türk kağanının yanına sığındı. Gizlice müslüman olan Kağan ona destek verdi. Oradan Hazar'ın güneyinde dağlık Tabaristan'dan Daylam (Deylem) bölgesine geçti. Böylece 790'larda bu bölgeye gelen ilk Ali oğullarından ve Ehlibeyt İslamlığını yayanlardan oldu (B.S.Amoretti, ``Sects and Heresies'', The Cambridge History of Iran, Vol.IV, Cambridge University Press-1968, s.509).
Ali evlatlarının yerlerini bilen veya onları görenler, halifeye gammazlayıp ödül alıyorlardı. Muhtemelen aynı halife, Zeyd'in torunu Yahya'yı;
``... bir münafıkın iğvasıyla (aldatmasıyla) Ardeşir'den Bağdad'a yürüyüp, benim üzerime huruç (isyan) idecekmişsin deyü hilafet kıskanup bi-gayr-i hakk-ın( haksız olarak) katl ittirdi. Bu sebeple şehit oldu... Müşarun'ileyh (adı geçen) Yahya'nın şehadetinden sonra mahdum-u alileri (büyük oğulları) Muhammed-il Aksasi pederlerinin bu hal ile şehadetine adem-i tahammülünden (dayanamayıp) orada yerleşmek kendüsine zindan olup Kûfe köylerinden Aksas nam karuyyaya (köye) gelüp, orada tavattun idüp (vatan tutup) ellibeş yaşında olduğu halde Hicret-i Nebeviyyeden (... yüz doksan veya ikiyüz? - İ.K.) beş sene sonra Hulefa-yi Abbasiyeden (...Emin veya Memun 809-13/833- İ.K.) saltanatında irtihal-i dar-i bakaa (ebedi dünyaya göç) buyurmuştur.'' (Veli Baba Menakıbnamesi, s.155-56)
Halife Memun (813-833) zamanında, Zeyd oğlu Muhammed'in oğlu Muhammed'in, bir başkaldırıya karıştığını görüyoruz. Olasıdır ki Yahya el-Ardeşir'in oğlu Muhammed-il Aksasi de 815 yılındaki bu Zeydi ayaklanması sırasında ölmüştür.
Anlatıldığına göre, Şiiliğe geçmeden önce halifeye hizmet etmiş eski bir çete başı olan Abu-l-Suraya bu başkaldırıyı yönetmiştir. Önce İmam Hasan'ın evlatlarından gelen Muhammed bin Tabataba adına isyanı Kûfe'de başlatan Abu-l-Suraya, onun yaralanıp ölmesiyle, Zeyd'in torunu Muhammed'i, yani İmam Hüseyin soyundan birini imam seçerek başa koydu.
Kûfe'yi ele geçiren Abu-l-Suraya, adına para basıp, bu girişimine devlet örgütü görünüşü verdi. Basra, Wasit, Medain ve Mekke'ye temsilci elçiler gönderdi. Sonra Bağdad üzerine yürüdü. Ama Irak valisi El Hasan bin Sahl ve Horasan valisi Harthama, bütün Abbasi yandaşlarının evlerinin yağmalandığı Kûfe'yi geri aldılar. Abu-l Suraya izlenip yakalandı ve 15 Ekim 815'de idam edildi.
Ocak ayında başlamış olan isyan Ekim'de bastırılmıştı. Basra'da Zeyd el-Nar (ateşli, yakan Zeyd) namıyla kahramanlıkları bilinen Zeyd bin Musa'nın isyanı da çabucak bastırıldı. Bu arada Mekke'deki temsilci, Abu-l Suraya'nın ölümünün arkasından, kasım ayı içerisinde, İmam Caferi Sadık'ın torunu olmakla birlikte siyasi olaylardan uzak yaşamakta olan Muhammed el-Dibac'ı ``inananların emiri'' ilan etmeyi başardı. Ancak halife kuvvetlerince Mekke çabuk geri alındı ve Muhammed el-Dibac Cürcan'a sürgün edildi.
Yine Mekke'den bir Hüseyin soylu, Abu-l-Suraya tarafından Yemen'e gönderilmiş olan İbrahim bin Musa, birçok kanlı çarpışmalardan sonra Yemen'e girdi. Böylece 816 yılında Yemen'e adım atıp, Zeydiliği buraya ilk getiren kişi İbrahim bin Musa oldu. (Henri Laoust, Les Schismes dans l'Islam, Paris- 1983, s.93-94).
Zeyd'in soyunu Anadolu'ya taşıyanların, kendilerinden en az üç Seyyid Ocağı çıkan, Muhammed il-Aksasi'nin oğlu Ali-yyül Medeni ve amcası El Hasan-üz Zahid olduğu görülmektedir.
Aksas köyünden Medine'ye geri dönen Ali orada yirmi yılı aşkın bir süre oturur. Veli Baba, Menakıbname' de (s.156) onun hakkında şu bilgileri geçmektedir:
``Ali-yyül- Medeni (şehirli) ve Ali-yyül Zehid (ibadete düşkün) namlarıyla meşhur bir fazıl (erdem sahibi) idi. Aksas kariyyesinden Medine-i Münevvere'ye hicret idüp, yirmi seneyi mütecaviz Medine'de ikamet idüp devlet-i Abbasiyye'nin zulüm ve ta'addisinden (adaletsizliğinden) rahat idemeyüp bir gece Medine'den huruç (çıkış) idüp Kürdistan'da Malatya nam şehre gelüp Malatya amirine haber virdiler. Emir, Ali-yyül Medeni'yi huzuruna alup yer gösterdi, oturdu. Nereden gelüp nereye gidersin ve kangı.. deyu sual eyledi.
``Müşarün'ileyh (işaret edilen) Ali-yyül-Medeni dahi vuk'-u hali (olup bitenleri) ve Beni Haşim kabilesinden idüğünü haber virdi. Malatya amiri muhibb-i Ehl-i Beyt ve Ömer neslinden olduğunu bildirüp, `Müsterih-ül-bal (gönlü rahat) ol' didi. `Bizim bu şehirde bir cami vardır, hatibi yoktur. Seni bu camiye hatip nasbideyim' didi.''
Ali-yyül Medeni bu görevi sürdürürken ölür.
Arada başkaları da görev yapmış mıdır bilinmiyor. Ama Ebi Cafer Muhammed, Veli Baba'nın aynı yerde (s.156) verdiği bilgilere göre, Muhammed otuz yıl bu camide hatiplik yapmıştır. ``... Necl-i necipleri (soylu oğulları) Ebi Cafer Muhammed cami-i mezkurda (zikredilen camide) otuz sene mikdarı imamet ve hitabet ittikten sonra elli yedi yaşında olduğu halde hicret-i Nebeviyye'den ikiyüz seksen dokuz sene sonra Hulefa-yı Abbasiyye'den Mutedid b-illah bin Muvaffak bin Mütevekkil zaman-ı saltanatında (Halife Mu'tedid'in öldüğü yıl olan 901 de - İ.K.) irtihal-i dar-ı bakaa (ebedi öbür dünyaya göç) buyurmuşlardır.''
Menakıbname' de Ebi Cafer Muhammed'i anlatan paragraftan önceki 7-8 satırın okunamaması, yorumu güçleştiriyor. Çünkü Veli Baba soyağacında, Ali-yyül Medeni ile Ebi Cafer Muhammed arasında oğlu Zeyd-i Rabi ve torunu El Hasan Gazi bulunmaktadır. (agy, s.122). Dolayısıyla Ebi Cafer Muhammed torununun oğludur.
Devlet tarihi Türklerin İslamiyete girişini, Ebu'l Fazl Muhammed'in 1282 yıllarında Kaşgar'da yazmış olduğu Mülhakatu eş-şurah ve Musullu İbn el-Athir'in (İbn ül-Esir olarak bilinir, ö.1234) Kâmil fi Tarih adlı yapıtlarında anlatılanlara dayanılarak, Karahanlılar devletini kuran Satuk Buğra Kara Han'ın 10.yüzyılın ortalarında (955-960) 200 bin çadırlık halkıyla yeni dini kabul edişine bağlamaktadır. Bu bilgilerin birer menkıbeden öteye gitmediklerini burjuva tarihçileri de ileri sürdükleri halde (R.Rahmi Arat, Kutadgu Bilig I, Ankara-1979 2.baskı, s.IX), iddia adeta kesinlik kazanmıştır. Gerçekte bu, Karahanlı sülalesinin Sünni İslama geçişini iddia etmekten başka bir şey değildir.
Oysa, Hazar'ın güneyinde ve Orta Asya'da yaşayan çok çeşitli Türk boylarının İslamiyetle ilk ilişkileri ve onu benimsemeye başlamaları, çok daha öncedir. Muhammed peygamberin ölümünün üzerinden daha yüzyıl geçmeden dine farklı yorumlar getiren ilk mutasavvıflar ve yandaşları ile, doğrucası heterodoks İslamiyetle (Sünni İslama aykırı olan, ortodoks olmayan İslamiyetle) olmuştur. Diğer bir deyişle Ali-Ehlibeyt inançlı İslamiyet bu halkları kendine bağlamıştır.
Bu dönemler, Emevi (Umeyyed) halifelerinin topraklarında Türklerin mevali (köle, yabancı, müşteri) diye aşağılanan topluluklardan öte fazla önemsenmediği dönemlerdir. Ancak, tarihçi Yakut'a bakılacak olursa, Emevi halifesi Hişam'dan (722-743) beri Orta Asya'daki Türkler arasına, onları Sünni İslama davet etmek üzere - kimlikleri bilinmeyen - misyoner elçiler gönderilmeye başlanmıştır. Fransız tarihçisi Jean-Paul Roux şöyle değerlendiriyor:
``İslamiyeti Türkler arasına asıl götürüp yayanlar; uçsuz bucaksız Asya steplerinde dolaşan gezginci mutasavvıflar ve yüklerinin içinde Kur'an mushafları taşıyan tüccarlardır. Bu tüccarlar Hicret'in ilk yüzyıllarında en önemli din yayıcılarıydı. Dünyanın en güçlü ekonomik acentaları ve yüksek uygarlığın temsilcileri olmanın prestiji içinde oralara sokulmuşlardı.'' (Jean-Paul Roux, Histoire des Turcs et des Mongols (Türklerin ve Mogolların Dini), Paris, 1984, s.138-140)
Roux, gezginci sufilerin betimlemelerine geçerek, gerek tacirlerin ve gerekse sufilerin etkinlikleri ve yöntemleri konusunda geniş ayrıntılar da veriyor. Bizi en fazla ilgilendiren yargısı şudur:
``(...) Aydınlık kafalı bu varlıksız sefiller, canlı bir inanç e tanrı sevgisiyle hareket eden yüksek ruhlu insanlardı ve yeterince muhalif, aykırı bir gurup oluşturuyorlardı. Kuşkusuz bunların (sufilerin - İ.K.) anlattıkları, kent din bilginlerinin yabancıları İslama davet ederken sundukları bilgileri destekleyici teorik katılıkta değildi.'' (Jean-Paul Roux, agy, s.39,40)
Bunlar doğrudur ama yeterli ve açık değildir. Karahanlılar Sünni İslamlığı kabul edinceye kadar İslamiyet, Hazar denizinin batı ve güneyindeki ülkelerden ve Horasan'dan tutunuz, Aral'ı aşıp Baykal gölüne, Çin sınırlarına değin, dağınık durumda yaşayan Türk toplulukları arasında `
Ehlibeyt inancı'',
Ali yandaşlığı'' yani Alevilik olarak yayılmıştır. Karahanlılar sülalesinin yönettiği bu ilk Türk-İslam devletinde (Karahanlılar) Alevilerin hatırı sayılır derecede varlığını da görmekteyiz. Yoksa Yusuf Has Hacip, Tavgaç Bugra Han'a 1069'da sunduğu Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı yapıtında,
`Aleviler birle katılmakı ayur (Alevilerin de birlikte katılmasını öğretir)'' başlığı altındaki kısa bölümde şu beyitleri geçmezdi: Onlarda biri savçı urğı turur
4337 Bularnı ağır tutsa kut kıv bulur
Bularnı katığ sev köngülde berü
4338 Nengin edkülük kıl baka tur körü
Bular ehl-i beyt ol habibka kadaş
4339 Habib savcı hakkı üçün sev adaş
Bu beyitler günün Türkçesinde şöyle anlamlandırılabilir:
``Onlardan (Alevilerden) biri elçi yaptırılsa ve bunlar ağırlansa, devlet mutluluk bulur
``Bunları (Alevileri) kuvvetle sev; sevgin gönülden gelsin. Dur bak, gör ve herşey için iyilik et
``Bunlar Ehlibeyt'tendir ve peygamber ile kardaş, sevgili peygamber hakkı için (Alevileri) sev arkadaş''
Büyük mutasavvıf Hallacı Mansur'un (857-922) çağdaşı Tabari'ye göre Orta Asya'daki Türkler heterodoks (aykırı) inançlarla, bir Harici olan Haris bin Süreyc'in kaldırdığı peygamber sancağı çevresinde toplanan Da'iflerin (ezilmiş, zayıf halk) başkaldırısı sırasında (735-745) temasa geldiler. Horasan'da başlayan bu başkaldırı, Emevi yönetiminin yerel renslerin işbirliğiyle bölge halkını sömürmesine karşıydı. Ayaklanmanın bastırılmasıyla Haris bin Süreyç, yanındakileriyle birlikte Toharistan ve Transoksian'ın Müslüman olmayan Türkler tarafından tutulan bölgelerine sığındı. (Tabari, Tarih u Rüsul wa'l mulük, Leiden-1879/81 den aktaran E.Esin, Turcica XVII, 1985, s.8)
Emevi İslam imparatorluğunun fetihçi ve yayılmacı siyaseti, Mezopotamya'dan Orta Asya'ya değin işgal ettiği ülkelerin halklarını köleleştirme ve topraklarını, zenginliklerini sömürme üzerine kurulmuştu. Onların İslam dinine sokulmaları da bu hakimiyetin zorgücüyle olacaktı. Mensup oldukları dinin peygamberinin soyundan gelenlere ve yandaşlarına küfretmek, zulüm ve askı altında tutmak, ilk fırsatta ortadan kaldırmak ise, bu devletin iç siyasetini oluşturmaktaydı.
Emevilerin Horasan valisi Kuteybe'nin komutası altındaki Arap kuvvetleri, ``mücahitlere has İlahi kelimetullah azim ve hamlesi ile, Türk hakimiyeti altında olan ve bölünerek zayıf düşmüş Fars ve Türk sekene üzerinde zaferler kazanarak Amu Derya ve Siri Derya çevresinde ilerlediler. 713'de Kül Tegin'i Semerkand çevresinde geri çekilmeğe icbar etti. Kuteybe'nin başarılarını, Batı Türklerinin (Türgişler) kahramanca saldırışları geçici olarak hiçe indirdi''. (Prof.Dr. Laszlo Rasonyi, Tarihte Türkler, Ankara, 1971, s.159) Emeviler, bunun üzerine değişik bir yöntemi uygulamış ve bölge feodallarından, prenslerden işbirlikçi kazanma yoluna başvurmuşlardır.
Bu konuda Paul du Breuil'in bir saptamasını özetleyerek, Emevi Sünni İslamın yeni siyaseti nasıl uyguladığını görelim. Amaç mevali (köle, yabancı) diye adlandırılan halkların topraklarını işgal etmek ve bu sayede Şam'daki (daha sonra Bağdad'daki Abbasi siyaseti de değişmiyor) halife saraylarının ihtişamını artırmak için para sağlamaktı.
``Araplar cizye (baş vergisi) adı verdikleri aracı kullanarak Müslüman olmayanları serbest bırakma yoluna gittiler. Böylece Yahudi ve Hrıstiyanlar gibi Zerdüşt dinindekiler de kendi kültürel kimliklerini koruyacaklardı. Ancak verginin ödenmesi sürekliydi. Bu nedenle Zerdüşt inançlı orta toprak sahibi köylülerin (Dehakin) pek çoğu, arazi vergilerine eklenen cizye ve faizleri yüzünden ya da bu aşağılayıcı baş vergisinden kaçınmak için din değiştirip Müslüman oldular. Ancak yedi İranlı büyük aile, yüksek memurlar, rahip ve askerler cizyeden muaf tutulmuşlardı. Dağlı nüfus ve Horasan halkının sık sık çıkardığı isyanlar birlikte bastırılmıştır.'' (Paul du Breuil, Le Zoroastrisme (Zerdüştlük), Paris, 1982, s.94-95)
Görüldüğü gibi büyük toprak sahibi ailelere, yerli dinin rahiplerine ve askerlere ayrıcalıklı davranılmış, İslama davet sözkonusu bile edilmemiştir. Yerli halkı yönetmek için onlarla işbirliği yapılmış, Roma imparatorluk döneminin ``yerli prens ve kralların işbirliğinde merkeze uzak eyaletleri yönetme'' siyaseti uygulanmıştır. Böylece farklı inanç ve etnik kökenli toplumlar, iki yanlı baskı altında bırakılmıştır. Yeteri kadar toprağı olan orta köylüler (dehakin), cizyeden kurtulmak için zorunlu din değiştirip İslama geçmişler. Bu iki kesim de işgalci Araplarla ortaklaşa, diğer insanlar ve konar-göçer topluluklar üzerinde baskılarını sürdürmüş, onların sürülerine, yaylak ve otlaklarıyla yurtlarına, canlarına ve mallarına acımasızca el koymuşlardır.
İşte Azerbaycan, Hazar'ın güneyindeki ülkeler, Horasan ve Orta Asya'da verilmekte olan bu toplumsal yaşam mücadeleleri içerisine, Emevi Sünni İslamlığın karşısındaki Ehlibeyt-Ali inancı, önder ve yandaşlarıyla girip, Türk topluluklarıyla (genelde yerli halklarla) bütünleşmiş ve bunlar kavgalarını birlikte vermişlerdir. Bu bölgelerde yaşayan halkların sosyal mücadele bileşkesinde ilk buluşan, Ehlibeyt-Ali soyundan 4. İmam Zeynelabidin'in oğullarından Zeyd, oğlu Yahya ve torunları olmuştur.
I.II İmam Zeynelabidin oğlu Zeyd ve Torunu Yahya'nın Mücadeleleri
İmam Zeyd'in fıkıh bilgini olduğunu görmekteyiz. Kendisi Mutezile öğretisinin kurucusu Wasil bin Ata el-Gazzal'ın (669-743) öğrencisi olmuştu. Ancak onun siyasi yönden Harici görüşü desteklemesine, atası Ali'nin ``bazı bakımlardan haksızlıkları olduğu'' düşüncesine karşı çıkmıştır. Zeyd, ilk iki halifeyi kabul etmekle birlikte, Ali'nin onlardan her bakımdan üstünlüğüne toz kondurmamıştır.
Fıkıh anlayışı ve felsefesini sistemleştirdiği Zeydilik'in kurucusu olan Zeyd, diğer birçok bakımlardan Mutezile'nin ortaya attığı us ilkelerine (örneğin Kuran' ın yaratılmış, yani yazılmış olduğu düşüncesine) dayanmıştı. Hatta (onun gerçek mamlığına ve başkaldırı hareketine zarar verecek olan) siyasi yönden Ebubekir ve Ömer'in halifeliği zorla ele geçirmediği, gaspçı olmadığı düşüncesi de aynı öğretiden kaynaklanıyordu. (bkz. Al-Shahrastani, Kitab al-Milal, çev. Jean-Claud Vadet, Les Dissidences de l'Islam, (İslam'da aykırı-isyancı düşünce ve hareketler), Paris, 1984, s.270-278)
Zeynelabidin oğlu Zeyd'in Emevilere karşı ayaklanma eylemini, İslam tarihçisi Julius Wellhausen'in Kâmil, Egani, Vakıdi ve Ebu Mihnef gibi eski Arap tarih yazarlarından kaynaklanarak verdiği açıklamalardan özetlemek istiyoruz. Konunun derli toplu verilmiş olması ilgimizi çekmiştir. Yoksa kullanılan dil, Emevi yandaşı Arap yazarlarınınkini aynen yansıtmaktadır. Ama çok büyük olasılıkla bu üslup, kitabı Türkçeye çevirenin aşırı Sünni İslamcılığından gelmektedir. Şu anlatıma bakınız:
``Gerçek peygamber evladı, Ali'nin Fatima'dan gelen nesli, İslamiyetin emekli aristokratlarının şehri olan Medine'de yaşıyorlardı. Bunlar oradaki bozulmakta olan sosyetenin en gözde ve en popülerleriydi. Emeviler bunları uslu uslu oturdukları takdirde şımartıyorlardı. Ali oğullarına herkes kızını seve seve veriyor ve onlar da kutsal kanı üretmek fırsatını güzelce kullanıyorlardı. Bunlar, bu dindar, şarap ve muganniyeler (şarkıcı kadınlar) şehrinde keyif sürmekteydiler. Devlet üzerindeki iddialarından filvaki vazgeçmiş değillerdi. Aralarında ehliyetli bir erkek yoktu... Ailenin Hasan ve Hüseyin kolundan, daha genç olan Hüseyin kolu, daha yaşlı olan Hasan hak ve hukukunu ********ce satmış, buna mukabil Hüseyin, hukuku uğruna kanını akıtmış olduğu cihetle ana kol sayılmaktaydı. Hüseyin'in halefi, Kerbela'da hayatı bağışlanmış olup, o zamandan beri ateşten ürken Ali bin Hüseyin (Zeynelabidin) idi. Bunun oğulları arasında Zeyd ve Muhammed (Bakır), sonra da Muhammed'in oğlu Cafer temayüz ettiler.'' (Julius Welhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Ankara, 1989, s.156-157)
Arap tarihçileri, Zeynelabidin oğlu Zeyd'in, taraftarlarıyla başkaldırdığı Irak'taki Kûfe kentine gelişini, İmam Hasan ve Hüseyin kolundan gelenlerin anlaşmazlığa düştükleri bir miras işine bağlamaktadır. 717'de tahta çıktığında Emevi halifelerinden Mervan'ın torunu 2.Ömer'in ilk yaptığı iş, Muaviye'nin koymuş olduğu ``cuma günleri hutbelerde Ali'ye lanet edilmesi'' geleneğini kaldırması olmuş, arkasından da Fedek Hurmalığı'nı Fatıma'nın soyundan gelenlere geri vermişti. Yine Ommayed (Emevi) oğullarının Ehlibeyt'ten gasbetmiş oldukları herşeyi asıl sahiplerine bıraktı. Onun bu Ehlibeyt yandaşı tutumu, üç yıl sonra zehirletilerek öldürülmesine neden olmuştur. (Bkz. A.Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik , İstanbul, 1987, s.412-413)
İşte bu malların iki kol arasında paylaşılmasında halife Hişam'ın aracılığı(!) söz konusu oluyor. Zeyd, Hüseyin kolu temsilcisi olarak birkaç akrabasıyla halifeye başvuruyor. Ancak Kûfe valisi Yusuf bin Ömer, kendisinden önceki valinin oğlu Yezid'e, zorla, Zeyd'in kendisine çok büyük miktarda borcu olduğunu söyletiyor ve bu da Hişam'a duyurulduğundan, Zeyd ve akrabaları, halife tarafından sorguya çekiliyorlar ve alacaklı ile yüzleştirilmek üzere Kûfe'ye gitmek zorunda bırakılıyorlar. Bu olayın sonunda, her ne sebepten gelmiş olursa olsun Zeyd Medine'ye dönmüyor ve izini kaybettirerek Kûfe'de alıyor. Sakinlerinin büyük çoğunluğu Ehlibeyt-Ali yandaşı olan bu kentte ürekli yer değiştirerek kalan, iki ailenin kızıyla da evlenmiş bulunan Zeyd, Emevi halifesine karşı büyük bir başkaldırı hazırlıkları içindeydi. Bunu gizli yürütüyordu. Halife'nin güvendiği Suriyeli askerlerin, değil Kûfe'nin çıkarabileceği yüzbin savaşçıya, kendisini destekleyecek olan sadece Mezhic, Hemdan, Bekr ya da Temim kabilesine bile dayanamayacağına inandırılmıştı.
Zeyd Kûfe'de kaldığı bir yıla yakın zaman içinde Musul ve Basra'da da propaganda yaptırdı. Kûfe'de Zeyd'in ordu listesine tam 15 bin kişi kaydolmuştu. Zeyd, iktidarı ele geçirdiğinde, kuracağı yönetimin esaslarını özetle şöyle belirlemişti:
1. Adil olmayan iktidar sahipleri savaşılarak alaşağı edilecek.
2. Kuran ve Muhammed'in buyrukları aynen uygulanacak.
3. Önce ezilmekte olan zayıflar korumaya alınacak.
4. Devlet kapısında alışanların aylıkları ve ellerinden varlıkları orla alınmış olanların malları, paraları verilecek.
5. Devlet gelirleri hakkı olanlar arasında eşit ölçüde dağıtılacak.
6. Gadre uğrayanların zararları telafi edilecek.
7. Uzak seferlere gönderilenler şehirlerine geri çağrılacak.
8. Peygamber ailesi, kendilerine haksızlık eden ve karşılarında bulunan herkese karşı korunacak.
Biat ederek Zeyd bin Ali'ye katılanlar, bu ilkeleri içeren bir çeşit biat belgesi imzalıyorlardı. Ancak Kûfeli Şiilerden bazıları bunları yeterli bulmamış ve Zeyd'in özellikle Ebubekir ile Ömer'i meşru halife kabul etmesini eleştirmişlerdi. İyi bir örgütçü olduğu anlaşılan Zeyd'in, Haricileri de saflarına çekmek için kullandığı bu siyaset iyi anlaşılmadığından, Emevileri de lanetlemeyince, bunlar, karşı propagandasını yaparak onu terkettiler; kendilerine Rafıza (ayrı yola gidenler, terkedenler) denildi. (Bkz. Julius Wellhausen, agy, s.167-8)
Zeyd'in bu eleştirilen tutumu, Mutezile öğretisinden, yani Wasil bin Ata'nın öğrencisi olmasından kaynaklanıyordu. Şehristani'nin anlattığına göre; ayrıca kardeşi Muhammed Bakır'la da bu konuda tartışmaları olmuştur. Bir gün Muhammed Bakır tartışmayı şu sözlerle bitirmiş:
``Senin bu öğretiyi harfi harfine izlemen için, öz babanın asla İmam olmadığına karar vermen gerekiyor. Zira o hiçbir zaman isyan etmediği halde, iktidarı alma iddiasını hiç de elden bırakmadı, düşüncelerini senden daha az yaymadı.'' (al-Shahristani, Kitab al-Milal, s.271) Gerek Muhammed Bakır ve gerekse Altıncı İmam Caferi Sadık, zamanın İslam bilginlerinden ve birer mutasavvıf idiler. Siyasi tutkuları yoktu ve bu mücadeleye girmediler. Kendilerini imam kabul eden, peşlerindeki geniş Rafızi kitlelerle (Zeyd'den ayrılanlar) siyaset yönünde ilgilenmediler.
Kûfe valisi Yusuf bin Ömer kentin dışında, Hire'de durmaktaydı. Zeyd'in çok gizli yürüttüğü etkinliklerini, ele geçirdiği iki kişiden tam ve kesin olarak, öğrenmeyi başararak geniş tutuklamalar yaptı. Bu arada, Zeyd'in tutuklamalar yüzünden ayaklanma tarihini öne almayı (6 Ocak 740) kararlaştırdığını bile öğrendi. Bu tarihten bir gün önce bütün Kûfeliler mescide çağrılıp, az sayıda Suriyeli askerle burada gözaltına alındılar.
Anlatıldığına göre, gece sabaha karşı, şiddetli soğuğa rağmen Zeyd, yanındaki 218 kişilik kuvvetle mescide saldırıp Kûfelileri kurtarma girişiminde bulundu. Ancak adamlar korku ve umutsuzluktan kapatıldıkları yerden çıkıp da Zeyd'e katılmak istemediler. Zeyd, buna rağmen Hire'den üzerine gönderilen 2000 kişilik Suriyeli savaşçı birliğini gündüz bozguna uğrattı. Ancak ertesi gün kendisine katılanların azlığı ve Rafiza'nın yanında yer almaması yüzünden Zeyd'in direnişi kırıldı. Özellikle akşama doğru Halife'nin kuvvetleri Kikanlı ve Buharalı 300 okçu ile takviye edilince, Kûfelilerin küçük birliği büyük kayıplar verdi. Sokak savaşları yaparak karanlıkta evlere dağıldılar. Zeyd bir okla yaralandı ve o gece sığındığı evde, ok çıkarılırken öldü. Bir kanalın suyu boşaltılarak, kanal yatağına gömülüp sonra su tekrar kanala çevrilerek mezarı gizlendiyse de, ihbarla gömüldüğü yer öğrenilip, cesedi buradan çıkarıldı. Başı kesilip önce Şam'a, oradan da Medine'ye gönderildi. Başsız cesedi Kûfe'de çarmıha gerildi ve Hişam'ın ölümüne kadar, beş ay boyunca orada asılı kaldı. (Bkz. Ebu Mihnef'ten aktaran Julius Wellhausen, agy, s.159-160; A. Gölpınarlı, agy, s.413-414; İ.Zeki Eyüboğlu, Tarikatlar Mezhepler Tarihi, İstanbul, l987, s.439)
Şafi mezhebinden olan Muhammed bin Abdul Kerim el-Şehristani'nin, 1116 yılında yazmış olduğu Kitab el-Milal'de, Zeyd'in öldürülmesinden sonra olup bitenler hakkında verilen bilgiler aynen şöyledir:
``Zeyd'in oğlu Yahya, babası öldürülünce imam adayı olarak ortaya çıktı ve Horasan'a gitti. Orada çok sayıda yandaş buldu. İsyana girişmesini istemeyen amca oğlu Caferi Sadık'ın vaktiyle ona söylemiş olduğu `babası gibi öldürülüp, çarmıha gerileceği' kehaneti aynısıyla gerçekleşti.
``Ondan sonra Muhammed ve İbrahim imamlık iddialarıyla ortaya çıktılar. İki kardeşten Muhammed Medine'de ayaklanırken, İbrahim Basra'daki partizanların başına geçti. Hesaplaşma sonunda iki kardeş birbiri ardından perişan edildiler. Bu sıralarda yine Caferi Sadık gelecekte neler olup biteceğine ilişkin görüşlerini şöyle açığa vurmuştu: `Umeyyed oğullarının (Emevilerin) mağrur durumu, zavallı ölümlüler(insanlar) karşısında bütün korkunçluğuyla dikilmiş bulunuyor. Eğer dağlar bu mağrur halleriyle rekabete kalkışsa, üste çıkamazlar. Peygamberin soyundan gelmiş olan (Ehlibeyt'ten) herkes için, Emeviler, kalblerinin derinliklerinde nefret doludurlar. Peygamber soyundan hiç kimse, Tanrı onların hanedan iktidarlarının kaybolmasına izin vermeden önce, en küçük bir ayaklanmaya girişmeyecek.'
``Zeyd, Hişam'ın emriyle Kûfe şehri meydanında asıldı. Oğlu Yahya yine onun valisinin emriyle Horasan eyaletinde Cüzcan'da aynı biçimde cezalandırıldı. İmam Muhammed Medine'de, kardeşi İbrahim Basra'da, İsa bin Mahan tarafından öldürüldü. Bu son iki olayda buyruk Halife el-Mansur'dan (754-775) gelmişti.
``Zeyd'in öğretisini takip eden Zeydiler üç ayrı kola ayrıldılar: Jarudiye, Süleymaniye ve Butriyye. Son ikisi Salihiyye ile öğreti olarak birlik idiler.''(Al-Shahrastani, agy, s.272)
Zeyd oğlu Yahya hakkında başka yazarlar da ayrıntılar geçmektedir. Bir görüşe göre Yahya, Kerbela yakınındaki Ninive'de Beşr bin Abdülmelik adında Emevi Arabın azatlısının evinde saklanmış, buradan Horasan'a kaçıp, Hişam'ın ölümüne kadar Belh'de bir Arab soylusunun yanında kalmıştır. Yahya sonradan gammazlanarak yönetime teslim edildiyse de Halife Üçüncü Velid onu serbest bırakmıştır. (Emevi halifelerini temize çıkarma gayreti - İ.K. ). Yahya, bölge valisi Nasr bin Sayyar tarafından bir yerden öbürüne sürülmüş ve en sonunda bölgenin batı sınır kenti Beyhak'a gitmiş.
Yahya daha ilerleyerek, babası Zeyd'i ortadan kaldırtan vali Yusuf bin Ömer'in eline düşmek istemiyordu. Bu nedenle doğuya geri döndü, Nasr'ın memurlarının doğuya geçişine engel olma buyruğunu almış olmalarına rağmen, 70 adamıyla Herat'a ulaştı. Buradan da Cüzcan'a doğru yola çıktı. Nasr bin Sayyar'ın arkasından gönderdiği birlik tarafından yakalandı. Bölgenin başkenti Anbar kenti yakınında, çarpışmada öldürüldü. Halife'nin emri üzerine vücudu yakılarak külleri suya atıldı. (Bkz. Yakut I, s.370 ve Ebu Mihnef, Tab. 2, s.1770-74, aktaran Julius Wellhausen, agy, s.160-161)
Yahya'ya `
Irak'ın danası'' diyen Emevi yandaşı tarihçiler, hunharca mezarından çıkartılıp çarmıha gerilmiş olan babası hakkında da,
`Sizin Zeyd'inizi bir hurma ağacına mıhladık; biz ağaç gövdesine mıhlanan bir Mehdi (kurtarıcı anlamında - İ.K. ) hiç görmedik'' diye yazmışlardı. (Kâmil s.270'den aktaran J. Wellhausen, agy, s.160) İmam Hüseyin ve yetmiş yakını, kendilerini davet etmiş olan Kûfelilerin ihaneti yüzünden Yezit ordusunun tuzağına düşürülmüştü. Yahya'nın babası Zeyd de, aynı şekilde (yukarıda açıklandığı gibi) kendisine 15 bin kişilik biat listesi sunan Kûfe'lilerin ihanetine uğramış ve onların aşırı korkaklığı nedeniyle yalnız kalmıştır.
Yahya (Ö.743) üç yıl boyunca Kûfe'den Belh'e, Orta Asya'ya ulaşan çok geniş bir alanda, Emevilere karşı, çoğunlukla Arap olmayan halklarla birlikte mücadele vermiştir. Ehlibeyt inancı çerçevesinde İslamiyeti kabullenmiş ve eski dinlerindeki bir dizi ögeyi de taşıyarak Alici olmuş Toharistan, Kûhistan, Tabaristan ve Horasan' daki Pers ve Türk topluluklarının büyük bir kısmını, Yahya ile birlikte, yayılmacı ve baskıcı Emevilere karşı mücadelenin içinde görüyoruz. Hatta 735'lerden beri bu bölgelerde Emevi valilere karşı yerlilerle birleşip isyan bayrağını dalgalandıranların arasında bir mutezile olan Haris bin Sureyç ve özellikle oğlu da vardır. Bu bölgelerde yayılan İslamlığın Sünni şeriatı olmadığını bizzat Al-Shahrastani (agy, s.272) söylemektedir.
Tabari'ye göre başının kesilip Şam'a gönderilmesinden sonra Yahya'nın vücudu Cüzcan'da surlar üzerinde çarmıha gerildi. Bu eyalette, 737 yıllarında Toharistan'daki Yabgu Türklerine bağlı çok sayıda Karluk ve Hallaç Türk toplulukları ve Persler yaşamaktaydı. Yahya'nın mücadele içinde şehit oluşuna tanık olan bunlar, bir yıl sonra yükselecek olan Ebu Müslim ayaklanması' nın partizanları oldular. Bu büyük ayaklanma Yahya bin Zeyd'in öcünün alınması için başlatıldı. (Tabari, İbn Rusta ve Minorski'den aktaran E.Esin, agy, s.8-9)
Hossein Sadıki'nin, eski Arab kaynaklarından naklettiğine göre Horasanlılar, Yahya'nın şehit edildiği günü, Emevi baskısından hiç korkmadan, yas günü ilan edip yedi gün boyunca karalara büründüler. O yıl doğan çocuklara Yahya ve Zeyd adları verildi. (G. Hossein Sadıki, Les Mouvements Religieux Iraniens au IIe et IIIe siecle de l'hegire (Hicri 2. ve 3.yüzyıllarda İranlıların dinsel hareketleri, Paris, 1938, s.53)
Zeyd Yahya'nın ortadan kaldırılmasının (743) ertesi yılı, Emevilere karşı son Şii ayaklanmasının lideri Abdullah bin Muaviye'den kısaca sözedelim. (Bu Muaviye oğlu Abdullah'ın ilk Emevi halifesi Muaviye (661-680) ile yakınlığı yoktur. İmam Ali'nin kardeşi Cafer'in torununun oğludur. Ancak kutsal aileden, Ehlibeyt'ten sayılmaz. Zeyd gibi, ailesiyle ilgili ekonomik nedenlerle Kûfe'ye gelip yerleşmek durumunda kalmıştır.)
Emevilerin son hanedanları arasındaki saltanat kavgalarını fırsat bilen Kûfeli Şiiler Abdullah bin Muaviye'yi başlarına geçirip Kûfe devlet sarayına götürerek, ona biat ettiler. Sonra, onun buyruğu altında, 740'daki Zeyd ayaklanmasını kanlı biçimde bastırmış olan Emevi valisi İbn Ömer'in Hire'deki Suriyeli kuvvetlerinin üstüne yürüdüler (Ekim-Kasım 744). Ancak çarpışmalar başlayınca, Kûfeli Şiiler yine dönekliklerini gösterip, kaçtılar. Sadece Rebia kabilesiyle Zeydiye fırkası mensupları kahramanca savaştı. Bağışlanmaları ve Abdullah bin Muaviye'nin serbestçe çıkıp gitmesine izin verilmesi koşuluyla mücadeleyi bıraktılar. (Tabari'den aktaran J. Wellhausen, agy, s.161-162)
Buradan İran'a geçen Abdullah, önce Isfahan'a yerleşti. Ertesi yıl İstahr'a giderek, burada oldukça geniş bir bölgede egemenlik kurdu. Çevresinde çok renkli ve karışık topluluklar bulunuyordu. Abdullah Mervan'la girdiği savaşı kaybetti ve 747 yılı sonlarında Kirman ve Sicistan üzerinden Ebu Müslim'e katılmaya gittiyse de onun buyruğuyla yakalanıp öldürüldü. (Tabari ve İbn ül-Esir'den nakleden J. Wellhausen, agy, s.162)
J.Wellhausen, çok renkli bir kişiliği olan Abdullah bin Muaviye hakkında Egani'den kaynaklanan şu ilginç bilgileri geçmektedir:
``Abdullah ibn Muaviye açık elli, zeki, şiire yetenekli ve fakat aynı zamanda hayasız ve hür fikirli bir kimseydi. Etrafına, birisi sonradan `ba'sü badelmevt'i (ölümden sonra dirilme) inkâr edip, insanların otlar gibi olduğunu iddia ettiği için daha sonra idam edilen, sapıklar toplanmıştı.''
Bu suçlayıcı, kötüleyici cümleler Abdullah bin Muaviye'nin konumunu ortaya koymakta, Emevi-Sünni şeriatının tam karşısında olduğunu göstermektedir. Alman İslam tarihçisi J.Wellhausen'nin dönemi çok yerinde yorumlayan birkaç cümlesiyle konuyu bağlayalım: ``Emevi hakimiyetinin bu son devrinde sınırlar birbiri içinde erimişti. Birbirinden çok farklı güçler sallanan devlete karşı yapılan mücadelede birbirlerine yardımcı oluyorlardı; Şiiler ve Hariciler aynı bayrak altında savaşıyorlardı.'' (J. Wellhausen, agy, s.162-163)
I.III Zeyd, Zeyd Soyundan Gelenler Ve Anadolu Aleviliğinin İlk Öncüleri
Bu arada, 4.İmam Zeynelabidin'nin oğlu Zeyd ve soyu üzerinde yeni ortaya çıkan bilgilerden özetler vermek ve Zeyd'in soyunun Anadolu'daki uzantıları konusunda burada kısa bir tartışma yapmak gereğini duyuyoruz.
Isparta-Senirkent Uluğbey kasabasında mezarı bulunan Veli Baba tarafından 1640'larda Arapça yazılıp, 1890 yıllarında Türkçeleştirilmiş Menakıbname'de, soyundan geldikleri Zeynelabidin oğlu Zeyd hakkında ayrıntılı bilgilere rastlıyoruz:
``İmam Zeyn-el-Abidin Efendimizin şehadetinden (713 - İ.K.) sonra Kûfe'de sakin olurdu (otururdu) ki Kûfe Şiileri onun katına gelüp iğvalar idüp (tahriklerle yoldan çıkartıp) da'va-yı Hilafet ittirdiler. Anın üzerine biat ittiler ki `Dostuna dost, düşmanına düşman olalar'. Ve önünde kılıç urup anı halife kıldılar. Bu tedbir üzerine tamam bir yıl geçti. Bu bi'atlerini ve bu mukavelelerini Yusuf bin Amru'ya (Umar, Ömer- İ.K.) haber virdiler. Ol dahi Zeyd R.A.'a adem gönderdi. `Kûfe'de durmasın çıksın'didi.'' (Veli Baba Menakıbnamesi, Haz. Doç.Dr.Bedri Noyan, İstanbul-1993, s.134)
Zeyd hasta olduğu ve iyileşince gideceğini bildirir. Yusuf bin Ömar bir süre bekler. Ancak Kûfe'deki taraftarları ona `
eğerçi Zeyd bin Ali bu günlerde halk bütün ana biat ider'' diye haber iletince,
`edepsiz büyük sözler söyleyüp, tehditler idüp, elbette durmasun gitsün'' der. Zeyd bunun üzerine Medine'deki akrabalarının yanına gitmeyi düşünürken, Yusuf bin Ömer `
kendi Kavm-i Yezid'inden bir adem'' gönderir ve Zeyd bin Zeynelabidin'i Gadip adındaki yere kadar zorla götürmesini sağlar. Yusuf'un
Yezid''i döner dönmez çok sayıda Kûfeli yanına gelip,
`Ya sıbt-ı (torunu) Resulallah, bizi nere koyup gidersin ki Kûfe'de yüzbin kılıcın vardır ve cemi halk sana tabi ve nasırdırlar (yardımcıdırlar)'' diye yalvarır, ağlaşır-sızlaşırlar. Onu kandırarak geri götürürler. Sadece içlerinden Muhammed bin Amru, dedeleri İmam Ali ve İmam Hüseyin örneklerini vererek Zeyd'i, gitmesi için iknaya çalışır: ``Ya ibn-i (oğlu) Resulallah, sen bu Kûfe halkının yalanlarına inanma ve sözlerine bakıp ta aldanma. Var, Medine'ye kendi kavim ve kabilen yanlarına git. Zira ben korkarım ki bu kavim sana dahi vefa itmeyeler. Ve bilürsin ki ceddin İmam Ali Sıffıyn'de Mu'aviye ile muharebe itti. Mu'aviye mağlub olduğu günü Amrü-bnil- As'ın hilesiyle Kur'an-ı Azim-üş-Şan'ı mızraklar başına diktürüb `ey kavim biz sizi bu Kelamullah'a davet ediyoruz, bırakın kırmayın bizi' deyü feryatları üzerine ceddin Hz Ali, `Kelamullah-ı natık benim, anların işi hiledir, urun bakayım' diye emir verdiyse de emrine inkiyad ve kendusine ita'atten huruç ettiler. Eğer bu anda ateş-i harbi kestirmez isen seni katlideriz veya düşmana teslim ideruz deyu Mu'aviye'nin üç buçuk kuruşuna aldanup yirmibin havaric-i Küfi (Kûfeli Hariciler) üzerine hücum ittiler...'' (Veli Baba Menakıbnamesi, s.135)
``Ve yine bilürsin ki ceddiniz İmam Hüseyin bin Ali'ye neler ittiler. Ana dahi bin yeminler ve nice sözler ile kırkbin kişiyiz, sana tabiyiz deyu mühür basup Müslüm ibn-i Akıyl vasıtası ile Medine-i Münevvere'ye gönderdiler. Ve Şah-ı Şehid'i Irak'a davet idüp, badehu Müslüm ibn-i Akıyl'i ve iki dane tıfl-i nevrestenini (iki yeni yetişen çocuk) şehid eyledikten sonra ceddiniz İmam Hüseyin Müslüm'ün göndermiş olduğu üzerine, arsa-i Kerbela'ya teşrif ettiklerinde bu kavm-i Yezid aleyh-il-la'nenin hakimi olan Zeyyad'ın ve ser'askeri bulunan Said bin Vakkas'ın ve ümerasından Şimr-i Z-ül-cevşen kafirin arkasına düşdüler, gidip Kerbela'da Fırat'ın suyunu kestiler. Bunlardan vefa gelmez...'' (agy, s.137)
I.III.1. İmam Caferi Sadık devrede
Bu uyarıya rağmen yalvarmalara dayanamayan Zeyd bin Zeynelabidin, hiç değilse Medine'deki akrabalarına danışıp, bir karara varmaları gerektiğinde ısrarlı olur. Ve bir mektup yazarak yeğeni İmam Caferi Sadık'a gönderip, cevabını bekler. Cafer'den gelen mektup olumlu yöndedir:
``Siz bizim büyük ammi zademizsiniz. Bizlerden duadan başka birşey elimizden gelmez. İnşallah muvaffak olursunuz. Ve lüzum tekdirce bu taraftan asker sevketmekte kusur olunmayacağı şüphesizdir.'' (agy, s.137-8)
Yazımızın birinci bölümünde el-Şahristan'a (Kitab al-Milal, s.271 vd.) dayandırılarak anlatıldığı gibi, Zeyd'le gerek büyük kardeşi İmam Muhammed Bakır'ın (ö.733-34) ve gerekse yeğeni İmam Caferi Sadık'ın (ö.765-66) anlaşamadıkları noktalar vardı. Fıkıhçı ve Mutezile olan Zeyd, Ebubekir ile Ömer'in Ali'nin hakkı olan hilafeti gasbettikleri düşüncesini benimsemediğinden, İmam Bakır'la tartışıyordu. Zeyd'in 740'lardaki başkaldırısında, artık yaşamayan İmam Bakır'ın, kardeşinin bu yönünü eleştirmesindeki haklılığı, bunu ilke kabul etmiş olan Şii'lerin (Ali ve Ehlibeyt yandaşları) ikiye ayrılmasında ve dolayısıyla azalmasında görüldü.
Menakıbname'de Zeyd'in, büyük bilgin ve mutasasavvıf olan Caferi Sadık ile, hem başkaldırı eyleminde hem de Ebubekir ve Ömer'e ilişkin düşüncesinde hemfikir olduğunu görüyoruz. Oysa, El-Şehristan'a göre İmam Caferi Sadık, Zeyd'in oğlu Yahya'yı, babasının yaptığı yanlışa düşmemesi ve isyan etmemesi yolunda ikaz etmiştir. Ayrıca onun, Ebu Müslim'in hilafeti kendisine elleriyle teslim etme önerisini kabul etmediği üzerinde de tarihçiler hemfikirdir.
Veli Baba, Zeyd'in ona danıştığı ve Cafer'in de `
gerekirse Medine'den asker sevketmekte kusur olmayacağı'' yanıtını verdiğini yazmaktadır. Şiiler'in
sen Ebu Bekir ve Ömer hakkında ne dersin?'' sorusuna Zeyd'in,
`Allahtan korkun ve anların hakkında yaramaz sözler söylemeyin... Ve atalarımdan dahi anların hakkında asla iyilikten gayri nesne işitmedim'' biçiminde verdiği karşılığı İmam Cafer'e iletirler ve amcasının yerine kendisinin geçmesini isterler. Veli Baba'ya göre İmam Caferi Sadık şöyle davranmıştır:
``Ben dahi öyle dirim, deyüp mukaddem (önceki) Zeyd Efendimizin gönderdiği mektubu kendilerine kıraat etti (okudu). Ve `bu mektubu dahi sizin ademleriniz getürdi. Ve bizim ayrımız gayrımız yoktur. İmdi ey müslümanlar Tanrıdan korkun. Eğerçi benim ammim (amca) oğluna (doğrusu öz amcası - İ.K.) biat ittiniz ise vefa idin ki ol bu işe benden herhalde layık ve şayestedir.'' (agy, s.139).
Veli Baba'nın, ceddi Zeyd'in İmam Caferi Sadık ile mektuplaştığı ve onun desteğini aldığına dair bilgileri nereden bulduğunu bilemiyoruz. Ancak anlattığı birçok olaylar ve verdiği tarihler bilinenlerle büyük uyum sağlamaktadır. Belli ki eski İslam tarihyazarlarını okuyup incelemiştir.
Sünni Arap tarihçi ve ozanları ise, çoğunlukla ağız birliği etmişcesine, Caferi Sadık'ın, Zeyd ve oğlu Yahya'nın başkaldırı hareketlerini ve hatta Ebu Müslim'i bile tasvip etmediğini yazmaktadırlar. Bunları ilk yazanların, Emevi ve Abbasi saraylarına yaranmak için onların istediklerini yazdıkları bir gerçektir. Daha sonrakiler de, ilk yazanları yinelemekten öteye gitmemişlerdir.
Bu nedenlerle, çağdaş yazarların, Zeyd için `
sizin Mehdi'niz Zeyd'inizi biz işte böyle ipte sallandırırız'' ve Yahya'ya
`Irak'ın danası'' diyen Emevi tarih kaynaklarına eleştirel gözle ve dikkatle yaklaşmaları gerekir. Veli Baba da elbet yan tutacaktır. Çünkü soyundan geldiği bir kimseyi, ``ceddini'' anlatıyor. Ancak doğru bildiğini söyleyen Veli Baba'nın kimseye yaranacak hali yoktur. A.Gölpınarlı'nın verdiği bilgiler de (Bkz. Tarih Boyunca İslam Mezhepleri-Şiilik, İstanbul-1987, s.87) onu onaylamaktadır:
``İmamiyye kaynaklarına göre Zeyd bin Ali (Zeynelabidin- İ.K.) İmamet iddiasıyla, yahut Emevi'leri altederse İmamet mak***** gelmek amacıyla harekete geçmemişti. O İmam Caferi Sadık'ın imametine inananlardandı. (Tenkıyh'ul Makaal, s.460-470)''
Hatta Hanefi mezhebinin kurucusu ve İmam-ı Azam diye anılan Ebu Hanife Nu'man bin Sabit (ö.767), Zeyd'in Kûfe'de halife Abdülmelik oğlu Hişam'a başkaldırısını, Muhammed'in Bedir savaşına benzetmiş, fiilen katılmamakla birlikte onu desteklemiştir. A.Gölpınarlı'ya göre onun, ``Zeyd'i, ceddi Hüseyin gibi yalnız bırakıp kaçacaklarını bilseydim ben de Zeyd'e katılırdım'' dediği rivayet edilir. (A.Gölpınarlı, agy, s.205-6)
Böylece Zeyd, yeğeni İmam Caferi Sadık'ın onayını aldıktan sonra Kûfe'de Nasır bin Huseyma'nın evinde kalır. Şiiler gelip orada kendisine biat ederler. Beni Azder kabilesinden Hind bint-is Salt'ın kızı Atike ile evlenir.
Zeyd'in planlı, düşünülmüş ve siyasi önlemler içinde ağır ağır bir ayaklanma eylemine hazırlandığını görüyoruz. Veli Baba'nın şu söyledikleri Zeyd'in asıl politikasını açığa çıkarmaktadır:
``Lakin Efendimiz bir yerde karar idemezdi. Ta Yusuf bin Umar'a duyururlar deyu bazı günlerde Azderi'ler katında, bazı günler Şiiler katında kalırdı. Ve halk gerek Azderiler ve gerek Şiiler'den güruh güruh gelip, bi'at iderlerdi ki Tanrının kitabı ve peygamberin sünneti deyu. Nihayet-il-emir onbeş bin kişi biat etti. Yusuf bin Umar'ın haberi olmadı andan. Sonra Zeyd Efendimiz huruç (ayaklanma) hazırlığı gördü. Kûfe kavminden Süleyman bin Seraka adlı bir kişi gelip, Yusuf bin Umar'a bu kıssayı hikayet eyledi.'' (Veli Baba Menakıbnamesi, s.138).
Zeyd'in politik etkinlikleri oldukça gizli ve akılcı önlemlerle örülüydü. Aynı Kûfelilerin, yaklaşık 70 yıl önce dedesi İmam Hüseyin'e yaptıkları ihaneti unutmamıştı. Kûfeli kabile başkanlarına mektuplar yollarken en gizli yöntemleri uyguluyordu. Veli Baba (agy, s.138-139) yine de bunlardan birinin, Kûfe valisi Yusuf bin Ömer'in adamlarının eline nasıl geçtiğini şöyle hikaye ediyor:
``Efendimiz (Zeyd) tarafından bir adam çıktı. Çağırup yanlarına getürdiler. Ve onu
kandan (nereden) gelürsin kande gidersin?' didiler. Ve anın üzerini aradılar, hiç nesne bulamadılar. Elinde bir asası var idi, elinden gördüler ki ol asanın bir tarafından mum yapışmış. Gördüler ki ol asanın içi mücevvef (oyuk) ve içinden bir name çıkardılar. Ve ol nameyi okudular:
.. İmdi ey Müslümanlar, siz bilürsiz ki, ne hal ve bela ile mübtelasız (tutulmuşsunuz) ki sizin ortanızda bunca türlü fitneler vardır. Ve nahak yere kanlar olur ve mallar alınır. Pes şimdi ben sizi, Tanrının kitabı ve Peygamberin sünneti üzerine da'vet iderim ki zalimler üzerine cihad olup, mazlumların dadını (hakkını) alalım. Pes vaciptir (gerektir) ki siz dahi itaat idesiz ve hakka nusret (yardım) idesiz ve bu name size erişecek, eglenmeyüb benim katıma gelesiz.'...''Kanaatımızca Emevi'lerin siyasetini beğenmeyen Sünni bir topluluk olan Azderi'lerle akrabalık kurması, Zeyd'in Şiilerle bir denge stratejisi uygulama isteğini gösterir. Belki de bu nedenle `Ebubekir ve Ömer'i dışlamama' siyaseti izlemişti. Biraz önce, Kûfeli muhbirlerin Yusuf bin Ömer'e haber yetiştirmeleri, Kûfelilerin mescide sokulması ve bir daha oradan çıkmamaları; Zeyd'e ihanetleri ve Zeyd'in korkunç sonu anlatılmıştı. Veli Baba biraz daha ayrıntılı olarak hemen hemen aynı olayları sergilemektedir. Kûfelilerin korkaklığını ve ihanetini, ayaklanmayı bastırmada Yusuf bin Ömer'ın kullandığı yöntemi özetle şöyle vermektedir:
``Ve çağırıp etti: `Ey Kûfe kavmi benimle bi'at ittiniz. Hakka yardım idiniz.'... İmdi bi'at idenler anın (Zeyd'in) avazını işidirler lakin evlerinden dışarı çıkmazlardı. Ve asker durmayıp cenk iderdi. Yusuf bin Umar çağırup itti: `Her kişi baş getüre veya esir getüre bin dirhem sin (gümüş) viririm. Pes Şamiler (Şamlılar) cenge haris olup başlar getirüp, akça alurlardı. Hem getürdikleri esiri Yusuf bin Umar mecal virmeyüb katliderdi. Ve getürene bin dirhem virirdi.'' (agy, s.140-141).
Zeyd oğlu Yahya'nın eylemi hakkında da epeyce bilgi vermektedir Veli Baba.
Babasının öldürülmesinden sonra Kûfe'den kaçan Yahya, önce Kerbela'da, ondan sonra Medayin kentinde gizlendi. Yusuf bin Ömer'ın adamlarından kurtulmak için `
hemen Yahya Medayin'den Komış'a andan Serhas'a vardı, andan Merv'e, andan Horasan'a geldi.'' Ama Horasan'da vali Nasr bin Seyyar halife adına onu yakalattı,
`sağ elini zincir ile boynuna bağlayıp, Merv'de zindana koydurdu''. Yahya ancak Hişam'ın ölüp, Abdülmelik'in halife olmasıyla serbest bırakıldı. Yahya başkaldırma hazırlıkları içindeyken, Nasr bin Seyyar, komutanlarından Eslem Bin Ahır'ı üstüne gönderdi. `
Ol dahi Kirman yolunda Yahya'yı karşıladı ve yolunu bağladı. Yahya'nın yedi yüz askeri vardı. Ol yedi yüz kişi on bin kişi ile cenk ittiler.'' Eslem bin Ahır tek kişi kalmamasına hepsini şehit eder. Bir okla yaralanan Yahya'nın
`Sure bin Avle namında bir Yezid gelüp mübarek başını kesti... Nasr dahi başı Velid aley-il-la'neye gönderdi. Ve emreyledi ki gövdesini dar ağacına asdılar. Ta Eba Müslim gelinceye ol darağacında asılı kaldı. (agy, s.143-146) Zeyd'in diğer oğullarını ve ölümünden sonrasını Veli Baba şöyle anlatıyor:
``Cedd-i alamız Hz. Zeyd... şehid olduğunda ceddimiz kebir mahdumu (atamız büyük oğul) Hüseyn-i Züd-dem'a ve İsa mü'tem-il- Eşbal ve diğer mahdumu Muhammed Medine-i Münevvere'de olurlardı. Ol vakit ki ceddimiz Zeyd-eş-Şehid'in şehadeti Medine-i- Münevvere'de işittirildi. Caferi Sadık Efendimiz hazretleri bu üç yetimleri bağrına basup nice gün karalar giyüp matem itti. Tamamen sinn-i rüştlerine baliğ oluncaya (erginlik yaşına erişene) kadar pederlerinin yokluğunu bildirmeyüp her hususlarında say-i beliğ idüp (fazlasıyla çaba harcayıp) ve tahsil-i kemallerine kemal (tam) derece itina itti. Kendilerinin pederlerinden ziyade te'ehhül ve tezevvüç (evlenmelerine) itmelerine gayret itmiştir.'' (agy, s.154)
I.III.2. Zeyd'in torunları Anadolu'da
Kırk sekiz yaşlarındayken öldürülen Zeyd'in dört oğlu bir kızı vardı. Kendisinden 2-3 yıl sonra Cüzcan'da idam edilmiş olan Yahya'nın ise çocuğu yoktu. Zeyd'in kızı Cezla küçük yaşta öldü. Zeyd'in Anadolu'da yeşeren soyu, diğer üç oğlundan biri olan Hüseyn-i Züd-dema'dan (gözü yaşlı Hüseyin) ve diğer adıyla Hüseyn-i zül-İbre' den türemiştir. Zeyd oğlu Hüseyin otuz dokuz yaşındayken, 760'lara doğru Medine'de ölür. Hüseyn-i Züd-dema'nın oğlu Yahya'nın Ardeşir' e göç ettiğini görüyoruz. Bunun nedeni Halife el-Mansur'un (754-775) ilk dönemlerinde Zeyd'in kuzenlerinden Abdullah'ın oğulları Muhammed'in Medine'de, İbrahim'in Basra'da peşpeşe başkaldırıları olmalıdır. Halifenin buyruğuyla her ikisi de vali İsa bin Mahan tarafından Medine ve Basra'da idam edilmişlerdi (Al-Şahrastani, Kitab al-Milal, s. 272-273).
Emeviler ve onu izleyen Abbasiler, Ali soyundan ve Ehlibeyt'ten gelenlere baskı, zulüm, hapis ve işkenceyi kendilerine politika edinmişlerdi. Abbasi baskıcı yönetimine karşı Şiileri ve diğer ezilen kesimleri ayaklandırma çabası içinde olduklarından kuşkulanılan Alioğulları, sürekli izlendiklerinden durmadan yer değiştiriyorlardı.
Örneğin İmam Hasan'ın torunlarından Yahya bin Abdullah'ın başına halife Harun el-Reşid (786-809) ödül koymuştu. Yemen, Mısır ve Magrip ülkelerini dolaşan Yahya bin Abdullah, sonunda Irak'dan Rey'e geçmenin bir yolunu bulduysa da orada da duramadı. Horasan'daki halife valisine yakalanma korkusundan, Transoksiana'ya geçip, bir süre bir Türk kağanının yanına sığındı. Gizlice müslüman olan Kağan ona destek verdi. Oradan Hazar'ın güneyinde dağlık Tabaristan'dan Daylam (Deylem) bölgesine geçti. Böylece 790'larda bu bölgeye gelen ilk Ali oğullarından ve Ehlibeyt İslamlığını yayanlardan oldu (B.S.Amoretti, ``Sects and Heresies'', The Cambridge History of Iran, Vol.IV, Cambridge University Press-1968, s.509).
Ali evlatlarının yerlerini bilen veya onları görenler, halifeye gammazlayıp ödül alıyorlardı. Muhtemelen aynı halife, Zeyd'in torunu Yahya'yı;
``... bir münafıkın iğvasıyla (aldatmasıyla) Ardeşir'den Bağdad'a yürüyüp, benim üzerime huruç (isyan) idecekmişsin deyü hilafet kıskanup bi-gayr-i hakk-ın( haksız olarak) katl ittirdi. Bu sebeple şehit oldu... Müşarun'ileyh (adı geçen) Yahya'nın şehadetinden sonra mahdum-u alileri (büyük oğulları) Muhammed-il Aksasi pederlerinin bu hal ile şehadetine adem-i tahammülünden (dayanamayıp) orada yerleşmek kendüsine zindan olup Kûfe köylerinden Aksas nam karuyyaya (köye) gelüp, orada tavattun idüp (vatan tutup) ellibeş yaşında olduğu halde Hicret-i Nebeviyyeden (... yüz doksan veya ikiyüz? - İ.K.) beş sene sonra Hulefa-yi Abbasiyeden (...Emin veya Memun 809-13/833- İ.K.) saltanatında irtihal-i dar-i bakaa (ebedi dünyaya göç) buyurmuştur.'' (Veli Baba Menakıbnamesi, s.155-56)
Halife Memun (813-833) zamanında, Zeyd oğlu Muhammed'in oğlu Muhammed'in, bir başkaldırıya karıştığını görüyoruz. Olasıdır ki Yahya el-Ardeşir'in oğlu Muhammed-il Aksasi de 815 yılındaki bu Zeydi ayaklanması sırasında ölmüştür.
Anlatıldığına göre, Şiiliğe geçmeden önce halifeye hizmet etmiş eski bir çete başı olan Abu-l-Suraya bu başkaldırıyı yönetmiştir. Önce İmam Hasan'ın evlatlarından gelen Muhammed bin Tabataba adına isyanı Kûfe'de başlatan Abu-l-Suraya, onun yaralanıp ölmesiyle, Zeyd'in torunu Muhammed'i, yani İmam Hüseyin soyundan birini imam seçerek başa koydu.
Kûfe'yi ele geçiren Abu-l-Suraya, adına para basıp, bu girişimine devlet örgütü görünüşü verdi. Basra, Wasit, Medain ve Mekke'ye temsilci elçiler gönderdi. Sonra Bağdad üzerine yürüdü. Ama Irak valisi El Hasan bin Sahl ve Horasan valisi Harthama, bütün Abbasi yandaşlarının evlerinin yağmalandığı Kûfe'yi geri aldılar. Abu-l Suraya izlenip yakalandı ve 15 Ekim 815'de idam edildi.
Ocak ayında başlamış olan isyan Ekim'de bastırılmıştı. Basra'da Zeyd el-Nar (ateşli, yakan Zeyd) namıyla kahramanlıkları bilinen Zeyd bin Musa'nın isyanı da çabucak bastırıldı. Bu arada Mekke'deki temsilci, Abu-l Suraya'nın ölümünün arkasından, kasım ayı içerisinde, İmam Caferi Sadık'ın torunu olmakla birlikte siyasi olaylardan uzak yaşamakta olan Muhammed el-Dibac'ı ``inananların emiri'' ilan etmeyi başardı. Ancak halife kuvvetlerince Mekke çabuk geri alındı ve Muhammed el-Dibac Cürcan'a sürgün edildi.
Yine Mekke'den bir Hüseyin soylu, Abu-l-Suraya tarafından Yemen'e gönderilmiş olan İbrahim bin Musa, birçok kanlı çarpışmalardan sonra Yemen'e girdi. Böylece 816 yılında Yemen'e adım atıp, Zeydiliği buraya ilk getiren kişi İbrahim bin Musa oldu. (Henri Laoust, Les Schismes dans l'Islam, Paris- 1983, s.93-94).
Zeyd'in soyunu Anadolu'ya taşıyanların, kendilerinden en az üç Seyyid Ocağı çıkan, Muhammed il-Aksasi'nin oğlu Ali-yyül Medeni ve amcası El Hasan-üz Zahid olduğu görülmektedir.
Aksas köyünden Medine'ye geri dönen Ali orada yirmi yılı aşkın bir süre oturur. Veli Baba, Menakıbname' de (s.156) onun hakkında şu bilgileri geçmektedir:
``Ali-yyül- Medeni (şehirli) ve Ali-yyül Zehid (ibadete düşkün) namlarıyla meşhur bir fazıl (erdem sahibi) idi. Aksas kariyyesinden Medine-i Münevvere'ye hicret idüp, yirmi seneyi mütecaviz Medine'de ikamet idüp devlet-i Abbasiyye'nin zulüm ve ta'addisinden (adaletsizliğinden) rahat idemeyüp bir gece Medine'den huruç (çıkış) idüp Kürdistan'da Malatya nam şehre gelüp Malatya amirine haber virdiler. Emir, Ali-yyül Medeni'yi huzuruna alup yer gösterdi, oturdu. Nereden gelüp nereye gidersin ve kangı.. deyu sual eyledi.
``Müşarün'ileyh (işaret edilen) Ali-yyül-Medeni dahi vuk'-u hali (olup bitenleri) ve Beni Haşim kabilesinden idüğünü haber virdi. Malatya amiri muhibb-i Ehl-i Beyt ve Ömer neslinden olduğunu bildirüp, `Müsterih-ül-bal (gönlü rahat) ol' didi. `Bizim bu şehirde bir cami vardır, hatibi yoktur. Seni bu camiye hatip nasbideyim' didi.''
Ali-yyül Medeni bu görevi sürdürürken ölür.
Arada başkaları da görev yapmış mıdır bilinmiyor. Ama Ebi Cafer Muhammed, Veli Baba'nın aynı yerde (s.156) verdiği bilgilere göre, Muhammed otuz yıl bu camide hatiplik yapmıştır. ``... Necl-i necipleri (soylu oğulları) Ebi Cafer Muhammed cami-i mezkurda (zikredilen camide) otuz sene mikdarı imamet ve hitabet ittikten sonra elli yedi yaşında olduğu halde hicret-i Nebeviyye'den ikiyüz seksen dokuz sene sonra Hulefa-yı Abbasiyye'den Mutedid b-illah bin Muvaffak bin Mütevekkil zaman-ı saltanatında (Halife Mu'tedid'in öldüğü yıl olan 901 de - İ.K.) irtihal-i dar-ı bakaa (ebedi öbür dünyaya göç) buyurmuşlardır.''
Menakıbname' de Ebi Cafer Muhammed'i anlatan paragraftan önceki 7-8 satırın okunamaması, yorumu güçleştiriyor. Çünkü Veli Baba soyağacında, Ali-yyül Medeni ile Ebi Cafer Muhammed arasında oğlu Zeyd-i Rabi ve torunu El Hasan Gazi bulunmaktadır. (agy, s.122). Dolayısıyla Ebi Cafer Muhammed torununun oğludur.